31 Aralık 2016 Cumartesi

Bizans manastırı Myrelaion


Konstantinapole'e su taşıyan sistemleri anlamaya çalışırken daha çok kullanılan güzergahları araştırmıştım. Aslında bu su yollarının vazgeçilmez birer parçası olan ve 1500 yıl öncesinden günümüze gelebilmiş su kemerleri, galeriler, sarnıçlar, sarnıçlar içinde sütunlar, sütun başları, kubbeler hepsi mimari anlamda anlaşılmayı hak ediyorlar.
Herhangi bir mimari yapıyı gezerken yapı hakkında önceden bilgi sahibi olmak, neye bakılacağını bilerek gezmek daha keyifli ve tatmin edici oluyor. Diğer türlü yapıların birbirinden farkı kalmıyor ve ziyaret "ne kadar güzel", "ne kadar etkileyici" gibi ifadelerin ötesine gitmiyor. Bu nedenle ziyarete yapının tarihi, özellikleri, neden yapıldığı veya nasıl yapıldığı hakkındaki sorulara cevap verebilecek donanımda gitmek her zaman geziyi daha ilgi çekici hale getiriyor.
Dünya mimarlık tarihinde önemli bir yeri bulunan Roma mimari ürünü olan bir çok eseri İstanbul'da görmek mümkün. Malzeme olarak beton ve tuğlanın, strüktür olarak, kemer ve kubbenin kullanılması roma mimarisinin başlıca özelliklerinden. Bu özellikler Romalılara çok katlı ve büyük iç mekanlara sahip anıtsal yapılar inşaa etme imkânını vermiş.
Roma Bizans mimarisini anlamak amacıyla "Bizans'ın yapı ustaları" isimli kitabı edindim. Kitapta Bizans'ın çeşitli dönemlerine ait mimari tarzlar örnekler üzerinden anlatılıyor. Bizans'tan geriye kalan yapıların çoğu kiliseler olduğu için (muhtemelen camiye çevrildikleri için ayaktadırlar) örneklerin hemen hemen hepsi kiliseler üzerinden veriliyor. Bu örnekler arasında adı çok sık geçen Myrelaion kilisesini (Mesih Hasan Paşa Cami veya Bodrum Cami) yerinde görmek istedim. Yapıyı anlayabilmek için 3 kere ziyaret etme ihtiyacı hissettim. 

Mesih Hasan Paşa Cami (Myrelaion Kilisesi)
Cami, Aksaray Meydanı'ndan Beyazıt'a doğru çıkarken Ordu Caddesi paralelinde bir iç sokak üzerinde bulunuyor. Ana güzergah üzerinde olmadığından ve yüksek binalar arasına sıkışıp kaybolduğundan dolayı yapıyı fark etmek zor.
Myrelaion Kilisesi ve sarı çizgilerle Roma döneminde yarımada sınırları
Myrelaion Kilisesi ve Theodosius Limanı

Cami, Roma çağına ait ve 5. yüzyılda yapılmış olan çok büyük bir yuvarlak bina (rotunda) kalıntısının kenarına inşa edilmiş. Çapı 30 metreyi aşan bu yuvarlak bina, Bizans devrinde içine sütunlar dikilmek ve bunların üstleri tonozlarla örtülmek suretiyle su sarnıcına çevrilmiş ve bunun üzerine İmparator I. Romanos Lekapenos (920-944) sarayını kurdurmuş, sonra burada Myrelaion adıyla bir manastır inşa ettirmiş. Rotunda üstündeki yapının (sarnıca çevrilmeden önceki hali) ne olduğu veya neden nasıl yıkıldığı bilgisine edinebildiğim kaynaklardan net olarak ulaşamadım. Benzer bir yapı olan ve Roma'da bulunan Pantheon, pagan inanışlarında Roma'lıların bütün tanrılarına ayırdıkları en büyük tapınakları olmuş. Diğer rotunda tipi yapılarında yine çoğu tek tanrılı dinler öncesinde dini işlevleri olan yapılar. Konstantinapolis inşa edilirken henüz hıristiyanlığının resmi din olmadığını ve şehrin inşasında hem hıristiyanlık hemde pagan inanışların etkili olduğunu biliyoruz. Erken hıristiyanlık döneminde inşa edilmiş bu yapılar belkide hıristiyanlığın resmi din olarak kabulünden sonra yıkıldı ve üstüne de adeta geçmişin günahlarını silmek amacıyla manastır ile kilise yapıldı. Bunlar benim tahminim sadece. Depremlerden dolayıda yıkılmış olabilir. İlginç olan burada yapının tekrar orjinaline uygun inşaa edilmemiş olması. Çünkü Nika ayaklanması sonucunda çok büyük zarar gören Ayasofya tekrar inşaa edilmişti.

Rotunda ve Myrelaion 
Myrelaion ve diğer rotundalar
Portikolar ve diğer binaların (siyah) merkezinde geç antik rotunda, Orta
dönem Bizans sarayı (kırmızı) rotundanın üstüne sığabilecek kadar küçüktü



Saray ve manastır, sarnıca çevrilen Roma devri yuvarlak yapısının üstünde ve yüksekte olduğundan kilisenin de altında hayli yüksek bir bodrum katı, bir “krypta” yapılması gerekli olmuş.






1970’lerde temizlenen mâbedin tam altındaki bu mahzen kısmı, aslında İmparator Romanos’un kendisi ve aile fertleri için mezar yeri olarak tasarlanmış. II. Beyazıd döneminde Osmanlı kiliseyi camiye çevirdikten sonra zemini altında mezar bulunan bir yapıyı tercih etmemesinden dolayı yapının alt katı toprakla doldurulmuş.
Caminin üst kısmı sürekli ziyarete açık ama alt kısım kapalı tutuluyor. Ben birkaç kere gitmiş ama açık bulamamıştım. Arkadaşım Bora'yla birlikte son gidişimizde yine açık bulamadık ama tam ayrılırken cami imamına rastladık ve kendisine aşağı kısmı görmek istediğimi söyledik. Sağ olsun hem bize aşağıyı gezdirdi hemde yapı hakkındaki bildiklerini bizimle paylaştı. Kendisi buranın 30 yıllık imamı olduğu için yapılan kazı ve araştırmalardan dolayı akademik çevreden çok kişiyi tanımış ve onları dinlemiş, bilgi toplamaya çalışmış. Kendisi gelen kişilere yardımcı oluyor ve kesinlikle alt kat görülmesi gereken kısımlardan.  

Exterior view from south after 1911 fire, with blocked window





923'te Romanos Lecapenus'un eşi Thedora ve 8 yıl sonra da sevgili oğlu Christopher tarihçilerin söylediği üzere mısırlıların tuttuğu yas ve üzüntüden daha büyük bir üzüntüyle buraya gömülmüş. 981 yılında ise Romanos Lecapenus'un kızı ve Constantine VII. Porphyrogenitus'un eşi olan Helena'da etkileyici bir törenden sonra vücudu değerli inci ve taşlarla süslü bir tabut sehpası üzerinde buraya taşınmış ve defin edilmiş.
Xylokerkou kapısı yakınındaki S.Mamas manastırından İmparator Maurice ve oğlunun küllerini ihtiva eden ve birisi güzel bir işçiliğe sahip 3 adet lahit Myrelaion manastırına transfer edilmiş. Sürgüne gönderildiği Kınalı ada’da hayatının son yıllarını bir rahip olarak geçiren İmparator Romanos ise 948 yılında ölmüş ve Prote (Kınalı ada) adasından buraya getirilerek aile fertlerinin yanına gömülmüştür.
Buranın İmparator Romanos ve ailesinin mezarlarına mahsus olduğu bilinse de de bazı lahit ve kemikler bulunmakla beraber bir imparator ve imparatoriçeye layık lahitlere rastlanmamıştır.
Manastır ve kilisenin fetih sıralarında ne durumda olduğu bilinmez. Yalnız son yıllarda yapılan kazı ve araştırmalarda, kilisenin geç bir dönemde, belki de Latin işgali sırasında 13. yüzyılda bir yangın geçirmiş olduğu tespit edilmiş. Fetihten bir süre sonra II. Bayezid döneminde, Aslen Palaiologos hanedanı üyesi Sadrazam Mesih Ali Paşa 1501 yıllarında camiye çevirmiş.
İstanbul’un büyük yangınlarından 1782 tarihindekinde zarar gören Bodrum Camii, 1911’de Mercan’dan, Laleli’ye kadar uzanan yangında harap olmuş ve uzun yıllar öylece kalmış. 1930’da bir İngiliz arkeoloji heyeti, D. Talbot Rice idaresinde caminin içinde ve çevresinde araştırmalar yapmış, fakat önemli bir buluntu ortaya koyamamış. Yalnız binanın güneybatısında Mesih Paşa Caddesi’nin karşı tarafında bir yuvarlak bina kalıntısının varlığı tespit edilmiş.
Müzeler İdaresi’ne bağlanmakla beraber, ilgilenilmediği için çok kötü durumda olan Bodrum Camii kömür deposu ve yersizlere barınak olmuş, 1950’li yıllarda bilgisizce yapılmasına başlanan fakat yarım kalan bir restorasyon denemesi de görmüş. 1965’ten sonra C. L. Sriker, caminin altındaki mahzeni temizlemiş, aynı yıllarda R. Naumann, caminin hemen yanında bir kazı yaparak, Romanos’un sarayının izlerini ortaya çıkarmaya gayret etmiş. 1986’da bir dernek tarafından, Bodrum Caminin restorasyon ve canlandırılmasına girişilmiş belki yeteri kadar bilimsel olmamakla beraber, en azından bu çok önemli tarihi eser utanç verici görünümünden kurtulmuş.

Workers clearing the ruins in a small rotunda south of the mosque discovered
during the 1930 excavation by archaeologist D. Talbot Rice, seen at the center


Bu mahzenin bir duvarında bir fresko resim meydana çıkarılmıştır. Ancak resim çok büyük oranda deforme olmuş. Resimdeki Thedora ve İsa nın Thedora'ya uzanan eli çok zorda olsa hala seçilebilmektedir.
Cami hocası Mustafa Bey, Bora ve duvardaki fresko

Thedora ve İsa'nın eli

Freskodan bir kısım ve orjinal hali
Kaynaklardan kilisenin ilk isminin belkide bölgenin ismi olan ve balık yağı üretilen yer anlamına gelen Psarelaion (the place of fish-oil ) olduğu anlaşılıyor. Kilisenin Theodosius limanına sadece 150 metre oluşu bölgenin neden bu isimle anıldığını açıklayabiliyor. Muhtemelen limanın çevresinde limana gelen balıklardan balık yağı üretiliyordu ve o bölgenin berbat kokmasına sebep oluyordu. Kilisenin adı sert bir ikonoklast olan Constantine Copronymus (740-775) tarafından mür yağı üretilen yer anlamına gelen Myrelaion ( the place of myrrh-oil) ile değiştirilmiş. Hıristiyanlık alemi için önemli olan mür yağı bir müddet bu kilisede üretilip sonra tüm ortodoks kiliselerine buradan dağıtılmış.


Myrelaion isminin nasıl verildiğini anlatan sayfa
Myrelaion kilisesi mimarisinden bahsetmeden önce genel olarak Roma yada Bizans kilise yapısını bilmekte fayda olacaktır.  

Bizans'ta çoğu kilise tuğla ve taştan yapılırdı ve yapının daha kalıcı olmasını sağlamak, ibadetin zorunlu ve önemli unsurlarından biri olan kandiller ve mumlardan kaynaklanacak yangın riskini azaltmak için tonozlarla örtülürdü. Hemen hemen tüm Bizans kiliselerinde ortak pek çok bileşen bulunur. Bir Bizans kilisesinin doğu tarafında ibadet alanı vardır. Bu mekanın doğuya bakmasının sebebi, kutsal kitapta isa'nın ikinci kez doğudan geleceğinin yazılı olmasıydı. Bizans kilisesinde ibadet alanı her biri yarım dairesel apsisle sonlanan üç bölüme ayrılmıştı.

Atrium, Narteks, Naos, Nef, Bema ve Apsis ile erken hıristiyanlık
dönemi kilisesi
Bema adı verilen orta alanda genellikle üzeri bir kanopi yada kiborionla örtülü bir altar yer alıyordu. bemanın solunda, yani kuzeyinde, komünyona hazırlık yapmak ve ayinle ilgili malzemeleri depolamak amacıyla kullanılan prothesis vardı. Güneyde yer alan diakonikon, litürjik malzemelere ve kutsal metinlere ev sahipliği yapardı.
Orta Bizans döneminde kilisenin batı tarafındaki erken Hıristiyanlık dönemi atriumu da kalktı. Atrium, dini törenler için bir toplanma alanı olarak hizmet vermiş ve sokaktan erişim imkanı sağlamıştır. Orta Bizans döneminde onun rolünü narteks veya giriş holü devraldı. Normalde narteks ince, uzun ve alçaktı. Burası aynı zamanda vaftiz, cenaze törenleri ve ölünün onuruna düzenlenen törenler gibi bazı özel işlevlere ayrılmış bir alandı.
Narteks ve iabadet alanı arasında, antik Yunanca'daki tapınak kelimesinden gelen ve naos adını alan, kilisenin ana ibadet alanı yer alıyordu. Uzun ayinler boyunca ayakta duran cemeat, naosta toplanırdı. Genelde kare şeklinde olan naos, sıklıkla paye ve sürunlarla bölünerek çeşitli biçimler alabilirdi. Naosun baskın özelliği, dikkati hemen altındaki alana odaklayan merkezi kubbeydi. Kubbe, yönelme açısından iç mekanda irbirine zıt iki duygu yaratıyordu. Plan batıdaki girişten başlayıp apsiste sona eren ayinsel bir eksen sergilerken, kubbe merkeze odaklanma ve dikey bir eksen oluşturuyordu.
Kilisenin olağan litürjik işleyişiyle ilgili olan bu öğeler standart kabul edilebilir ve tipik bir örnek olarak ele alınabilecek olan, Konstantinapolis'teki Myrelaion Kilisesi'nin tasarımında kendini açıkça gösterir.
Tasarımın tekbiçimliliğine rağmen Bizans mimarisinde tonoz tipleri, malzeme tercihleri, freskler, ya da mozaik süslemeler, yüzey artikülasyonları , oranlar, ek şapeller ve bunlara benzer, üzerinde çalışılacak çok sayıda değişken vardı. belkki de kiliseye özgün ifadesini verdiği için en fazla çeşitleme naosta görüldü. Dokuzuncu yüzyıldan itibaren en yaygın kilise tipi kapalı Yunan haçı planlı kiliseydi.
Kapalı Yunan haçı planlı kiliseye tipik bir örnek olarak Myrelaion Kilisesi gösterilebilir.Bu sistemde, tonozlar merkezde yer alan kubbenin altında yukarıdan aşağıya doğru sıralanırken,biçimler piramit şeklinde kümelenir. Genelde kubbe bir kasnak üzerinde yükselir. Kubbenin tabanını bir halka şeklinde çevreleyen pencereler doğal ışığın kilise merkezine odaklanmasına yardımcı olur.Bunun altında dışarı doğru dört yönde tonozlar uzanır; bu, aşağıda kare plan içine yerleşmiş haçtır. Doğu kolu bemanın tonozuyla birleşir. Aşağıda, kubbe dört paye üzerinde ya da daha yaygın olarak içi mekanı dokuz birime ya da bölmeye ayıran sütunlar üzürinde yükselir.


Myrelaion Kilisesi, olgun kapalı Yunan haçı planına tipik bir örnek olarak alınmıştır ve onun anlaşılması bizi bu yapı içindeki çok sayıda olasılığa hazırlar. Ancak, ona tipik deyip geçmek Myrelaion'u hafifsemek olur. Çünkü bu pek çok bakımdan eşsiz bir yapıdır ve orjinal yapısının nasıl olduğu sorusu hiçbir zaman tam olarak cevaplanamamıştır. Kilise 920 civarında imparator 1. Romanos lakepenos'un özel ikemetgahına bitişik bir saray şapeli olarak inşa edildi. Saray, geç Roma dönemi sarayının kalıntıları olduğu anlaşılan dev bir rotundanın oluşturduğu platform üzerine inşa edildi. Yapıda geç Roma ve orta Bizans evrelerinin yan yana bulunması, mimarininin geçirdiği değişikliklerin boyutunu çarpıcı biçimde ortaya koyar. Kiliseyi sarayla eşit yüksekliğe getirmek için yüksek bir temel inşa edilerek, üst kata plan olarak benzeyen bir alt kat yaratıldı. Bu, yapıya şu anki Türkçe ismini kazandırdı; Bodrum Camisi. Yapılan kazılar alt katın orta bizans dönemi boyunca sadece temel olarak hizmet verdiğinş, ancak geç Bizans döneminde mezar şapeli olarak hizmet vermek üzere uyarlandığını gösterir. Ana katta kilisenin etrafında çıkma şeklinde bir yürüme yolu uzanıyordu.


En alışılmadık olan, Romanos'us Myrelaion'u öldükten sonra aile üyeleri ve kendisine ev sahipliği yapacak bir mezar şapeli olarak inşa etmesiyidi. Romanos her halükarda, kendisinden önce gelenlerin Kutsal havariler Kilisesi'ne gömülme geleneğini kırmış oldu. Romanos daha sonra saray ve saray şapelini rahibe manastırına dönüştürdü. O haliyle yapı, işlev ve ortam olarak tipik olmaktan uzaktı.

Benzer şekilde, bazı mimari biçimler kapalı Yunan Haçı tasarımı için alışılmadıktır. Örneğin, içi mekanda tonozlar özenle işlenmiştir: Kubbe ve kasnağın,'balkabağı biçimli kubbe' adıyla bilinen yivli bir yüzeyi vardır ve naos'un haç şeklinde kollarının üstü basit beşik tonozlar yeirne çapraz tonozlarla örtülür. Dış cephelerde orantılar yüksek ve her bir basamaklı pilastr dizisine bağlanan ağır yarım sütunlar görünüme engemendir. Yarım sütunlar diğer bizans örneklerinde görülse de hiçbiri bu kadar masif değildir ve temel işlevlerinin biçimsel mi (cepheyi hareketlendirmek) yoksa işlevsel mi (kritik noktalarda yapıyı güçlendirmek) olduğu belirsizdir. Küçük yuvarlak pencereler de alışılmadıktır.




Elbette tuğla ve harç genelde bol süslemeli nihai ürünün sadece bir bölümünü oluşturuyordu. Bir bizans kilisesi normalde freskler ya da mozaiklerle süslenirdi. Ancak süslemelerin çoğu yok oldu; örneğin İstanbul ve Türkiye'nin diğer yörelerinde kiliseler camiye dönüştürüldü ve Hıristiyanlık süslemelerinin üzeri kapatıldı. Ayrıca yapıların yönünü Mekke'ye çevirmek için mihrap ve cemaate seslenmek üzere minareler ilave edildi. Myrelaion Osmanlıların eline geçmesinin ardından camiye dönüştürüldü ve sonrasında çıkan yangınlar ve kötü restorasyonlardan zarar gördü. Orjinal sütunların yerini taş payeler aldı. mermer ve mozaikler kayboldu; ancak, kazılarda bazı mozaikler, mermer parçaları, opus sectile parçaları ve sırlı seramik kaplamalar bulundu. Geriye sadece yapının iskeleti kaldığından orjinalindeki zerafeti fark etmek zordur.

Kompleksin en etkileyici kısımlarından birisi olan sarnıçtan da bahsetmek gerekiyor. Şu an cami avlusu gibi kullanılan rotundanın üstüne Aksaray Caddesi tarafından bir merdivenle çıkılıyor. Bu merdivenin hemen sağ tarafında merdiven ve apartmanlar arasına sıkışmış Myrelaion Çarşısı girişi görülebilir.



Çarşı diyorum çünkü sarnıç, her yere alışveriş merkezi yapma merakımızdanmıdır nedir bilmiyorum 1994 yılında çarşıya çevrilmiş. Bu kapıdan içeriye girdiğiniz vakit 1500 yıllık bir yapının içinde buluyorsunuz kendinizi.


Yuvarlak şekilde tasarlanan bu yer altı yapısının planında 4 dikdörtgen ve 4 yarım dairesel niş kullanılmış. İç çapı 29,60 metre olan yapının dış çapı 41,80 metre olması ne kadar kalın duvarlar ile oluşturulduğunu gösteriyor.İlk kez 5. yüzyılda yapılan ve sarnıç işlevi gördüğü düşünülen yapı 10. yüzyılda Bizans İmparatoru Romanus (1. Lekapenus) döneminde saray külliyesinin düzenlenmesi sırasında değişikliğe uğramış. İlk yapıldığı döneme göre döşeme seviyesi 1,5 metre yükseltilmiş, sütunlar desteklenerek tam anlamı ile sarnıç işlevine kavuşturulmuş.










Son olarak bir kaç cümle ile de olsa kiliseyi camiye dönüştüren Mesih Paşa'dan da bahsetmek gerekiyor.Aslen Rum olup, Paleologos Hanedanı'na mensuptur.Ağabeyi Has Murad Paşa ile İstanbul’un fethi sırasında esir düşmüş ve her ikisi de Fâtih Sultan Mehmed’in hizmetine alınıp sarayda yetiştirilmiş. Beylerbeyliği ve vezirlik görevlerine getirilmiştir.

Mesih Paşa, Galata’da çıkan bir yangının söndürülmesi için çalışırken, damdan düşerek yaralanmış ve 907/1501’de ölmüş. Kabri, Aksaray’da Murad Paşa Cami haziresindedir. Mezar taşını bulmak için hazireyi bir kez ziyaret ettim ancak malesef bulamadım. Eğer bir gün bulabilirsem buradan paylaşacağım.

****************************************************************

1. Byzantine Churchesn In Constantinapole           Alexander Van Milligen
2. Early Christian and Byzantine Architecture        Krautheimer, Richard
3.  Byzantine Architecture                                     Mango, Cyril
4- Bizansın yapı ustaları                                      Robert Ousterhout
Devamını Oku »

12 Kasım 2016 Cumartesi

Suyun Şehre Yolculuğu (1)


Eski İstanbul ve özellikle sur içinde gezdiğiniz vakit geçmişten günümüze ulaşan tarihi su mimarisinin bir çok örneğini görebilirsiniz. Çeşmeler, sarnıçlar, su kemerleri, su terazileri, su yolları, galeriler, maksemler, sarnıçlar bu yapılar arasında sayılabilir.



İstanbul’un kurulduğu günden beri en önemli sorunu kentin su ihtiyacının karşılanması olmuş. Günümüzde dahi bu sorun hala devam etmektedir.
Gerek şehrin ilk yerleşimcileri gerekse ilk Grek koloni şehrini kuranlar su ihtiyaçlarını menbalardan, açılan kuyulardan ve sarnıçlardan sağlamaktaymış. Mevcut su kaynaklarının şehrin ihtiyacını karşılayamaması üzerine İstanbul’un ilk su yolu, Roma imparatoru Hadrian (117-138) tarafından şehrin batısından Sultanahmet Meydanı civarına ulaştırılan su yolu imiş (Halkalı isale hattı) . 
İkincisi ise İmparator I.Konstantin (324-337) tarafından gerçekleştirilen Roma su uygarlığının 242 km. uzunluğundaki en uzun suyolu projesiydi (Vize isale hattı). Istranca dağlarından getirilen su, Vize’nin 6 km. batısında bulunan Değirmendere’nin sol kenarından başlayıp Saray, Safaalan, Binkılıç, Aydınlar, Karamandere, Gümüşpınar, Çiftlikköy, Dağyenice, Germe, Tayakadın, Arnavutköy ve Cebeciköy yoluyla Edirnekapı civarına ulaştırılmış.

Vize Hattı ve diğer isale hatları birlikte görünüyor
Vize Hattı ve diğer isale hatları birlikte görünüyor

İmparator Valens döneminde (364-378) de Bozdoğan kemerleri yapılarak temin edilen su Fatih ile Beyazıt arasındaki vadiden geçirilmiş ve Beyazıt Meydanı’na (Taurus Meydanı) ulaştırılmış.
İstanbul’un 3. büyük suyolu ise şehrin kuzeybatısından, I. Teodosius (379-395) tarafından Belgrad Ormanları'ndan (Cebeciköyü’nden Bozdoğan Kemerine) 25 km. lik mesafeden şehre su getirmek için yapılan suyoluydu (Kırkçeşme isale hattı).
Suriçi İstanbul’unun aksine Beyoğlu ve Galata bölgesinde Roma ve Bizans’tan kalma su tesisleri yoktu. Osmanlı döneminde Halkalı sularından galatasaray kolunun suyu Galata ve Beyoğlu tarafına isale edilmişti. Bundan sonra bölge için ilk ciddi çalışma I. Mahmut’un saltanatı (1730-1754) sırasında olmuş (Taksim isale hattı). Boğaziçi’nde Yeniköy’den başlayıp Kasımpaşa taraflarına kadar sahil mahalleleri, Beyoğlu ve Galata taraflarının su ihtiyacını karşılamak amacıyla Bahçeköy civarında bendler yapılmış

Harita İstanbul çevresi ve su reservlerini göstermektedir.W ALSH, Robert 1828

Daha sonraki yıllarda büyüyen nüfusun su ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla geleneksel su yollarının bakım onarım çalışmaları ve kapasitelerinin artırılması netice vermemiş. İstanbul'da kurulan Dersaadet Su şirketinin Terkos Gölü ve ona bağlı derelerden getirip abone usulüyle ve parayla dağıttığı su karşısında bu sular her geçen gün biraz daha gerilemiş. Bu su yolları ve vasıtaları sanayileşme ve modernleşmenin bir sonucu olarak tarihi misyonlarını tamamlayarak yavaş yavaş tasviye edilmiş. Bir kısmı 1950'lere kadar hizmet verse bile hem nitelik hemde kapasite bakımından yetersiz oldukları için ömürlerini tamamlamışlar.
Bu su sistemleri üstünde onlarla ifade edilebilecek kemerler, kanallar, tüneller, toplama noktaları olmak üzere bir çok anıtsal yapı bulunuyor. Tüm bu yapıların hepsinden tek bir yazıda bahsetmek çok zor. Bu nedenle bu konuyu iki ayrı kısımda yazmayı düşündüm. İlk kısımda isale hatlarından genel olarak (belki Vize hattından biraz fazlaca olmak üzere ) ikinci yazımda ise Osmanlı dönemi ve Kırkçeşme su sisteminden bahsedeceğim.
Tesisler ana hatları itibari Roma döneminde oluşturulmuş (Taksim hattı hariç ) sonrasında onarılarak kullanılmış veya ana hatlara yeni kollar eklenerek sistem büyütülmüş. Osmanlı döneminde özellikle Kırkçeşme Su Sistemi onarılmış ve genişletilmiştir. Bu sistemin Roma döneminden geldiğini de bizzat Mimar Sinan, Tezkiret-ul Bünyan' da anlatıyor.
Modern ölçüm ve inşaa tekniklerinin olmadığı dönemlerde sadece yüzey eğimi kullanılarak suların 242 km gibi devasa mesafelerden taşınması şüphesiz müthiş bir hesap yeteneğini gösteriyor. O zamanın mimarları bu hesapları nasıl yaptılar veya hangi tür araç gereç kullandılar insan merak etmiyor değil.
368 yılında Valens’in yaptırdığı kabul edilen Bozdoğan Kemeri’nin üst kotu deniz seviyesinden 61-62 m. yüksekliğindedir ve şehrin yüksek yerlerine ancak bu kemer üzerinden su akıtılır. Belgrad ormanlarından gelen sular ise 34 metrenin altındaki yerlere dağıtılabilir. Yerleşim yerlerinindeki bu kot farklarından dolayı farklı yükseklikte su kaynakları bulunmaya çalışılmışdır. Mimarların şehrin tepeli yapısından dolayı bu sorun karşısında çözümsüz kalmadıkları görülüyor. Halkalı su yolu üzerinde bulunan Mazul Kemer üst kotu yüksekliği 85 m civarındadır. Bu yükseklik Valens kemeri üzerinden şehrin yüksek kısımlarını besleyebilmek için yeterli gelmiştir.
Su yolları ile ilgili benim görebildiğim en detaylı araştırmalar ilk defa hidrolik profesörü
Pr. Dr. Kazım Çeçen tarafından yapılmış ve yayınlanmış. Ancak bu kitapların yayın
tarihleri eski ve tükenmiş vaziyette, bulmak mümkün değil. Bununla birlikte özellikle
Vize su sistemi üzerinde İTÜ öğretim görevlilerinin yakın zamanda yaptıkları çalışmalar mevcut.
Sistemleri anlatan yayınlara baktığımız zaman genellikle su kemerleri bu sistemlerin en görkemli parçaları olarak anlatılır hep. Oysa ki beni en çok şaşırtan tespitlerimden biriside su hatları üzerindeki tüneller olmuştur. Örnek vermek gerekirse Kırkçeşme hattı üzerinde bulunan ve 900 m uzunluğundaki "Sepetlihan Tüneli" hayret vericidir. Yüksek bir 
topoğrafya bilgisi ve ölçüm tekniğinin varlığını bence su kemerlerinden daha fazla bu tüneller kanıtlıyor. 


Sepetlihan Delmesi.

Şehir sürekli büyüdüğü için su yolları üzerindeki yapılar yoğun ve çarpık yapılaşmanın etkisi altında çok zarar görmüş veya bütünüyle yok olmuştur. Özellikle Taksim hattında Bahçeköy sonrası bütünüyle tahrip olmuştur. Şehir içindeki kısımları büyük zarar görmüş olsa da gördüğüm kadarıyla günümüze en sağlam gelebilmiş hat Kırkçeşme hattıdır. Bu isale hattını büyük oranda sahada görebilmeniz mümkündür.

1.VİZE SU SİSTEMİ

Dünyanın en uzun suyolu olarak bilinen Kırklareli Vize ilçesinden Istranca Dağlarından başlayıp Çatalca ilçesinden geçip İstanbul'a ulaşan antik su ikmal sistemidir. Söz konusu suyolu, Napoli Körfezinde, Köln'de ya da Kartaca'da varlığı bilinen diğer Roma su kemerlerinden çok daha uzundur. Ayrıca 5.yüzyılın ortalarında kentten çıkıp Trakya tepelerini dolanarak Vize ilçesine kadar uzanan yeni suyolları 451 kilometre gibi şaşırtıcı bir uzunluğa ulaşır. Geç Roma döneminde İstanbul'a su getiren bu isale hattının yapımına Constantinus (324-337) tarafından başlanmış olması ihtimali çok büyüktür. Constantinus, imparator olunca kenti imara başlamış ve Istrancalar'dan çok uzun bir isale galerisi ile kente su getirmeyi planlamıştı. 242 km. uzunluğundaki bu isale hattının tamamının Constantinus'un kısa süren imparatorluk döneminde yapılmış olması mümkün değildir. Constantinus tarafından başlatılan hat, oğlu Constantius (337-361) veya daha sonraki Roma imparatorları tarafından tamamlanmış olabilir. Bu isale galerisinin izine, en son Vize'nin 6 km. batısındaki Fındıklı Dere'nin içerisindeki (Pazarlı) su alma yerinde rastlanmıştır. İsale hattı Vize, Saray, Istranca, Aydınlar, Gümüşpınar, Çiftlikköy, Kalfaköy, Dağyenice üzerinden Terkos Gölü'nün güneyinden geçerek Tayakadın'a ulaşır. Sonra Alibeyköyü Deresi'nin sağ kıyısından devam ederek Cebeciköy ve Küçükköy'ü geçip Edirnekapı'nın 200 m. kadar güneyinden kente girer. Vize yakınlarında toplanan bu sular, tek bir yerden alınmayıp ağaç dallarına benzer bir şekilde çeşitli kaynaklardan akmaktaydı. İsale hattının üzerinde halen yarı yıkık veya yalnız temelleri kalmış 40 kadar su kemeri vardır. Yaklaşık 1000 yıl devamlı olarak kullanılan su ikmal sistemi muhtemelen depremlerin yarattığı hasarlar yüzünden XII. yüzyılda terk edilmişti. İstanbul'un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet bu Roma yapıtlarının tamir edilmesiyle beraber yenilerinin de inşa edilmesini emretmiştir. Diğer yandan ise Osmanlı dış dünyadan daha az tehdit altında kaldığı için surlar içindeki sarnıçlar önemini yitirmiş ve zamanla tarihin için yok olmaya yüz tutmuştur

Vize Su Sistemi ve Anastasian Duvarı

Kurşungerme Su Kemeri
Vize Su Siteminin bir kısmı
30 yılda inşa edilen kanal, kolları hariç 242 kilometre, kollarlarıyla birlikte toplam uzunluk 451 kilometreye ulaşıyor. Pompalama sistemi olmadığı için suyun bu kadar uzun mesafe boyunca yer çekimiyle akması, mükemmel bir işçilik ve mühendislik harikası anlamına geliyor. Yani sadece eğim vererek suyu 242 km taşıyabilmeniz gerekiyor. Bu da çok ince bir hesap ve işçilik gerektiriyor.  Örnek vermek gerekirse Kırkçeşme isale hattında en uçtaki su kaynağının yüksekliği deniz seviyesinden 60 metre civarında olupşehir içinde dağıtım yapılan bölgenin deniz seviyesinden yüksekliği ise 40 m civarındadır. Hattın uzunluğunu 40 km civarında kabul edersek her 1 km lik mesafeyi maksimum 50 cm lik bir yükseklik farkı ile kat edebilmişlerdir. Modern yükseklik ölçü aletlerinin (altimetre) bulunmadığı dönemlerde bu hesaplarının bu detaylarda yapılabilmesi insanı şaşırtıyor gerçekten.



Talas Su Kemeri
Büyükgerme Su Kemeri


2. HALKALI SU SİSTEMİ

Halkalı Su İsale Hatları
İstanbul surlarının batısındaki Halkalı köyü ile kuzeybatısındaki Cebeciköy arasında kalan araziden çıkarak on altı bağımsız isâle hattı vasıtasıyla şehrin ihtiyacını karşılayan sulara Halkalı suları denir. Fetihten önceki dönemlerde de şehrin sularının bu alandan geldiği bilinmektedir. İlk tesislerin Geç Roma devrinde Hadrianus (117-138), I. Konstantinos, Valens ve I. Theodosios (379-395) zamanlarında yapıldığı hakkında çeşitli bilgiler bulunmaktadır.

Geç Roma devrinde Bozdoğan Kemeri üzerinden geçen suların Halkalı sularından hangisi olduğu kesinlikle bilinmemekle beraber, bunların Mahmutbey civarındaki Mâzul (Mazlum) Kemer ve Habipler ile Küçükköy arasındaki Kara Kemer ve Kumrulu Kemer üzerinden gelen suları oluşturduğu sanılmaktadır. Bizans’ın ilk devirlerinde şehir içerisinde birçok sarnıç inşa edilerek suların bol olduğu mevsimlerde depolama yapılmış ve ayrıca yağmur sularından da faydalanılmıştır. VII. yüzyıldan itibaren şehri kuşatanlar isâle hatlarını tahrip ederek halkı teslime zorladıklarından su biriktirme ihtiyacı büyük önem kazanmış ve çok sayıda açık veya kapalı sarnıç yapılmıştır. Açık sarnıçların depoladığı su hacmi yaklaşık 700.000 m3 tutarında olup bunlar Aetius (Vefa Stadı), Aspar (Çukurbostan) ve Hagios Mokios (Altımermer) sarnıçlarıdır. Başta Yerebatan ve Binbirdirek olmak üzere kapalı sarnıçların toplam hacmi ise 200.000 m³ civarındadır. Latin istilâsında (1204) surların dışındaki tesislerle birlikte şehir su şebekesi de tamamen tahrip edildiğinden halkın su ihtiyacı önemsiz bazı isâlelerin dışında yalnız sarnıçlardan karşılanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra Fâtih Sultan Mehmed’in emriyle eski su yollarının tamir ve tevsiine başlanmış, ayrıca yeni sular bulunarak isâle hatlarına katılmıştır. Fâtih tarafından tamir ve tevsi ettirilen Halkalı sularının, Mâzul Kemer üzerinden geçen ve sonradan Beylik suyu adını alan su yolu ile Turunçluk, Fâtih ve Şadırvan suları olduğu bilinmektedir.

Mazul Kemer

3. KIRKÇEŞME SU İSALE HATTI


Kırkçeşme isale hattı iki kolu
Kırkçeşme isale hattı ve Mağlova Kemeri
İstanbul’un zamanla artan su ihtiyacını karşılamak amacıyla Kanûnî Sultan Süleyman devrinde Kırkçeşme tesisleri yaptırıldı. Bu tesisler, mühendislik bakımından Mimar Sinan’ın en önemli yapısı ve hacim yönünden de en büyük eseridir

Kırkçeşme sularının şehre gelişi yani isâle hattı esas itibariyle iki koldan teşekkül eder. Bunlardan suyu en bol olanı Kâğıthane deresinin kollarından Kirazlı, Topuz ve Paşa derelerinden su alan doğu kolu, diğeri yine Kâğıthane deresinin biraz daha memba tarafında bulunan Ayvat deresi, Orta dere ve Bakraç deresinden su alan batı koludur. Bu iki koldan gelen sular Kemerburgaz’ın güneybatısındaki başhavuzda birleşir ve ana isâle galerisine girerek Moğlova Kemeri yardımıyla Alibey deresini geçtikten sonra Cebeciköy deresinden gelen bir kolu da alıp güneye doğru devam eder. Balıklıhavuzun alt tarafında batıdan gelen bir koldan da su alır. Bu kol battaldır ve halen hiç su gelmemektedir. İsâle hattı, baştan itibaren çok sayıda büyük ve küçük kemer ve delmelerden geçerek Eğrikapı Maksemi’ne ulaşır. İsâle hattının üzeri hiçbir yerde açık olmayıp su daima üstü kapalı kanal veya galerilerden geçer. Kemerlerde de kanalın üstü çatı şeklinde sal taşlarıyla kapatılmıştır. Kırkçeşme isâle galerilerinin boyutları yer yer çok az farkla değişmektedir. Hepsinin aynı elden çıktığı, zemin cinsine göre büyük veya küçük yapıldığı, belki de bir bölümünün eski suyolu olduğu kabul edilebilir.

Kırkçeşme tesisleri içerisinde iki veya üç katlı, çok gözlü beş âbidevî kemer vardır. Bunların içinde gerek mühendislik gerekse mimarlık bakımından en önemlisi Moğlova Kemeri’dir. İkinci olarak görülen Uzunkemer, Kırkçeşme tesislerinin batı kolu üzerinde bulunan 711 m. uzunluğunda ve iki katlı şekliyle tesisin en büyük yapısıdır. Üst katta elli, alt katta kırk yedi kemer vardır. Kemerler suyun giriş yönünden itibaren birden başlamak üzere elliye kadar numaralanmıştır. Kemer planda kırık hatlar şeklindedir. En önemli yön değiştirme yirmi üçyirmi dördüncü kemerler arasında bulunur. Su galerisi kemerin en üstünden geçer. Gözlücekemer (Cebeciköy Kemeri), Kovukkemer de âbidevî kemerlerdendir ve bu kemerin bir bölümünün Roma devrinden kalmış olması ihtimali büyüktür.

Modern şehir şebekesinin tamamlanmasından sonra günümüze kadar geçen zaman içinde bu sistemlerin çoğu ortadan kalkmış olmakla beraber ana dağıtım kubbeleri ve şebeke arasındaki ilişki anlaşılabilmektedir. Bunların en önemlisi Edirnekapı Maksemi’dir. Eyüp’teki yerlere su vermek için sonradan Eyüp Kubbesi de yapılmıştır. Eğrikapı Kubbesi’ne gelen ana galerinin bir kolu Tezgâhçılar Kubbesi’ne, diğeri Sulukule Kubbesi üzerinden Haseki ve Yedikule’ye gider. Tezgâhçılar Kubbesi’nden galeri yine iki kola ayrılır; biri Tahtakale’ye, diğeri Gedikpaşa, Sultanahmet’ten Ayasofya Kubbesi’ne ulaşır. Ana galeriden ve sondaki kubbelerden künklerle ehre su dağıtılır. Bu arada küçük taksim yerleri, su kuleleri ve kuyularla 580 çeşmeye su verilir. Mimar Sinan devrinde Kırkçeşme’den beslenen çeşmelerin sayısı 300 kadardır.


Tezgahçılar Kubbesi'nden geriye kalanlar

4.TAKSİM SU İSALE HATTI

Haliç’in kuzeyindeki bölgenin su ihtiyacı küçük menbalardan beslenen çeşmelerden ve bazı isâlelerden karşılanıyordu. Galata Mevlevîhânesi’nin suyunu temin eden ve Levent Çiftliği’ndeki iki menbadan beslenen isâle hattı, Kasımpaşa’nın suyunu sağlayan isâle hattı ve Kâğıthane menba suyunu getiren isâle hattı bu bölgedeki isâlelerin en önemlilerindendi. Boğaz kıyılarında inşa edilen yeni köşkler ve yerleşim yerleriyle Kasımpaşa, Galata, Beyoğlu, Fındıklı, Beşiktaş ve Ortaköy’ün kalabalıklaşması sonunda Haliç’in kuzeyindeki bölgede su kıtlığı baş gösterdi. Bölgenin suyunu temin etmek amacıyla III. Ahmed zamanında başlatılan isâle hattı Patrona İsyanı yüzünden yarım kaldı. Tesisin yapımına I. Mahmud döneminde devam edilerek Taksim isâle hattı 1732 yılında tamamlandı. Yapılan bu ilk isâle hattı Taksim tesislerinin birinci merhalesini teşkil eder. Bu merhalede Büyükdere’nin kuzeybatısında Bahçeköy’deki derelerden alınan sular içi sırlı künklerle şehre getirildi. İsâle hattı Bahçeköy Kemeri’nden sonra bir katlı ve yalnız dere üzerinde iki katlı, toplam yirmi bir gözlü, 400 m. uzunluğunda, 11 m. yüksekliğindeki I. Mahmud Kemeri’nden geçer; ardından Acıelma, Derbent, Maslak, Ayazağa, Zincirlikuyu, Mecidiyeköy, Şişli yoluyla Harbiye Mektebi önündeki makseme ve oradan Taksim’deki su deposuna ve makseme ulaşır. Bu isâle hattının uzunluğu yaklaşık 25 kilometredir.

Taksim su isale hattı ve Taksim* su maksemi

Taksim su isale hattı haritası (Taksim su maksemi sergisinden)

Sultan Mahmut Kemeri

Taksim Maksemi kitabesi

“ Şehinşâh-î cihan Mahmûd Hânın kevser-i lûtfu”
“ Bu maksemden eder atşâna irvâ-yî ferah-zâyî”
“ Zehî bû maksem-î âb-î hayât-efzâ ki muhbirdir”
“ Bu dilcû beytimin her mısra’î târîh-i garrâyı”
“ Cihandâr-î himem Sultân Mahmûd etti nev-bünyâd”
“ Bu ebâ maksem-î âb-î zülâl-î kevser-asâyı”


Taksim  : isim Parçalara bölme, bölüştürme

----------------------------------------------------------------------------------------------
Kaynak;
1.Pr. Dr. Kazım Çeçen                  Roma Su Yollarının En Uzunu
2.James Crow                              THE INFRASTRUCTURE OF A GREAT CITY
3.http://www.shca.ed.ac.uk/projects/longwalls/WaterSupply.htm
4.http://www.islamansiklopedisi.info
-----------------------------------------------------------------------------------------------

Devamını Oku »