14 Haziran 2016 Salı

Mollacık Zade İshak Efendi

Kaptanı Derya İbrahim Paşa camii, Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi merkez binasının Vefa yönüne açılan ve eskiden Harem Kapısı olarak adlandırılan avlu kapısının karşısındaki köşe başında İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi bitişiğindedir. Caminin önünde ve yanında muntazam bir duvarla çevrilmiş geniş bir hazîresi vardır.
Malesef çoğu hazirenin olduğu gibi burasıda kapalı ve kapısı kilitli durumdadır. Ancak hazirenin içini demir parmaklıklar arkasından olabildiğince görebiliyorsunuz. 


Camii, Kaptan-ı Derya İbrahim Paşa tarafından 1725 yılında yaptırılıyor. Mektep, cami, aşhane, sebil ve hamamdan oluşan külliyenin bir parçası. Yan tarafında bulunan külliyenin hamamı üzerine, 1912 yılında Mimar Kemaleddin Bey tarafından İ.Ü Kütüphanesi inşa ediliyor. Kiremit çatıyla örtülü dikdörtgen planlı cami almaşık düzende yapılmış. Caminin duvarlarında barok tarzda kalem işleri mevcut. Caminin haziresinde 105 mezar bulunuyormuş. Hazire duvarlarının kesiştiği yerde bir de sebil bulunuyor.



Bende bu hazire içinden dışarıdan görebildiğim kadarıyla okumak için bir mezar taşı seçtim. Biraz zorlansamda okumayı başarabildim. Mezar, merhum Mollacık Zade İshak Efendi'ye aitmiş. Şinasi'nin Fatin Tezkeresi baskısındaki bilgilere göre 18. yüzyılda yaşamış, Rumeli ve Anadolu kazaskerliğine kadar yükselmiş. Kazaskerlik görevinin önemini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Divan'ı Hümayun'un üyesi veya Şeyhülislamlık öncesi makam demek yeterli olacaktır. Hal tercemesinin Fatin Tezkeresi'nde olması kendilerinin aynı zamanda bir şair olduğunu gösteriyor. Zaten kitabesindeki dizelerin güftesinin merhuma ait olduğu belirtilmiş.




hüve'l baki


sabıka-i rumeli kazaskeri

merhum ve mağfur leh mollacıkzade

el hac ishak efendi ruhuyçün
rıza-i lillahi teali el fatiha
merhumun güftesi ve vasiyetidir
encümengah-ı fenadan nice oldumsa nihan
levha-i kabrimdede namım olur elbet pinhan
umarım rahmet settar u kerim u hayyden
cürm-ü isyanımıda setr ede kef-i mizan



ŞİNÂSİ'NİN FATİN TEZKERESİ NEŞRİ

Mollacıkzâde İshak Efendi  


« Vefat-ı İshak Efendi Doksan beş senesi recebinde Rumeli sadâretinden munfasıl ve mübtelâ olduğu nikris illeti müdâvatile müştegil olan Mollacıkzâde İshak Efendi zilhiccenin on dördüncü günü vefat eyledi.
Terceme : Müteveffâ-yı müşârünileyh bin yüz yirmi senesi zilhiccesinde hâcegân-ı divan-ı hümâyundan cizye muhasebecisi Mollacık Mehmed Efendi'nin 1. sulbünden tevellüd edüp mukaddemat-ı ulûm-ı âlîyeyi tahsil esnâsındaki bin yüz otuz üç tarihinde « Beheetü'I-fetâvî » sahibi merhum Şeyhülislâm Abdullah Efendi'den mülâzım ve kırk üç senesinde Şeyhülislâm Mirzâzâde Şeyh Mehmed Efendi'nin himmetile müderris ve müsâede-i rûzigâr ile yetmiş senesinde Yenişehir-i Fener mevleviyeti ve yetmiş üçte Edirne pâyesi ve yetmiş beşde Mekke-i mükerreme pâyesile bekâm ve seksen üçte İstanbul kazâsı ile ve seksen dokuzda Anadolu sadâreti ile ve doksan dörtte Rumeli sadâreti ile benâm olup bağde'l-infisâl hânesinde ikamet üzre iken bervech-i muharrer nikriş illetiyle irtihal ettikte Sultan Bâyezid camii civarında vâki Kapudan İbrahim Paşa camii bazîresine defn olundu. Meşâbir-i ulemâ ve dânişmendan-ı şuerâdan olup her vadide suhanperdazlığa kadir ve husûsiyle bedahaten söz bulmakta emsâli nâdir bir zât-ı celîlü'l-meâsir idi . Zâde-i tab' ları olmak üzere seng-i mezarına tahrir olunmasını vasiyyet etmiş olduğu kıt'a levh-i mezârında mestur olup aynile bu mahalle dere olundu,.( Kıt'a) Encümengâh-ı fenadan nice oldumsa nirhan * Levh-i kabrimde de nâmım olur elbet pinhan * Umarım rahmet settâr u kerim u hayyden * Cürm ü isyanımı da setr ede keff-i mizan.


MEVLEVİYET


Osmanlı ilmiye teşkilâtında yüksek dereceli kadılıklar için kullanılan bir terim.

Osmanlı Devleti’nde dereceleri itibariyle kadılıklar esas olarak iki gruba ayrılmıştır. Bunlardan ilkine “mevleviyyet kadılıkları”, ikincisine ise “kazâ kadılıkları” denilmekteydi. Osmanlılar’da pâyitaht olan Bursa, Edirne ve İstanbul gibi şehirlerle Balkanlar’da, Anadolu’da ve Osmanlı idaresinde bulunan çeşitli Arap topraklarında yer alan, gerek stratejik gerekse nüfus ve kültür bakımından önde gelen büyük şehirler yönetim ve halkın güvenliği açısından önem arzettiğinden buraların adlî / kazâî idaresinin başına tecrübeli ulemâ gönderilir ve bu kadılıklar mevleviyet olarak anılırdı. Tayin edilen kadılar da mevleviyet rütbesini kazanmış olurdu. Bu nitelikleri taşıyan müderris ve kadılar “mevâlî, şüyûh-ı müderrisîn, kibâr-ı müderrisîn” gibi sıfatlarla anılmıştır.

Mevleviyetin terim olarak XV. yüzyılın ortalarından itibaren kullanıldığı anlaşılmaktadır. Fâtih Sultan Mehmed’in Teşkilât Kanunnâmesi’nde yer alan, “Ve Sahn mollaları makām-ı mevleviyettedir. Onlar cümle sancak beylerine tasaddur ederler. Ve dâhil müderrisi ve hâriç müderrisi dahi makām-ı mevleviyettedir” ifadesi, mevleviyet makamında bulunan Sahn müderrisleriyle birlikte dâhil ve hâriç medreseleri müderrislerinin büyük kadılıkların müstakbel kadıları durumunda olduğunu, dolayısıyla zamanı ve sırası geldiğinde mevleviyet sayılan şehirlerin kadılıklarına tayin edileceklerini ortaya koyar. Bu durum, XVI. yüzyılın ikinci yarısında Kanûnî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Süleymaniye medreselerinin öğretim faaliyetine başlamasına kadar sürdü. Bu tarihe kadar ilmiye teşkilâtı içerisinde en yüksek rütbeli müderrisler, yevmî 60 akçeli Ayasofya Medresesi müderrisi bir tarafa bırakılırsa Sahn medreseleri müderrisleri olduğu için en yüksek kadılıklara da yine büyük bir çoğunlukla aynı medreselerde ders vermiş olan müderrisler tayin ediliyordu. Ancak mevleviyet sayılan kadılıklar derece ve rütbe bakımından kesin bir sıralamaya tâbi tutulmamıştı.

XVI. yüzyılın ortalarından itibaren, statü ve kadro bakımından Sahn medreselerinin üzerinde bulunan Süleymaniye medreselerinin faaliyete geçişiyle birlikte Fâtih Sultan Mehmed zamanında teşekkül eden yapı yeniden ele alınarak ilmiye tarikinde rütbeler, pâyeler ve medrese hiyerarşisi tekrar düzenlendi. Bundan sonra mevleviyetlerin statüleri açıklık kazandı; hangi kazaların mevleviyet sayılacağı, hangi medreselerin müderrislerinin bu tür kadılıklara tayin edileceği belirlendi. Bu düzenlemeye rağmen mevleviyet kategorileri bir anda değil, peyderpey ortaya çıkıp zaman içinde şekillenmiştir.


Mevleviyetlerin itibar bakımından derecelenmesi ise kadıların terfi sırasına göre devriye mevleviyetleri, mahreç mevleviyetleri, bilâd-ı hamse mevleviyetleri, Haremeyn mevleviyetleri şeklindeydi. Devriye mevleviyetine dâhil ve hâriç medreselerinin müderrisleri tayin ediliyordu. Peyderpey devriye mevleviyeti statüsüne geçmiş olan şehirler Adana, Antep, Bağdat, Belgrad, Beyrut, Bosna, Çankırı, Diyarbekir, Erzurum, Filibe, Konya, Kütahya, Maraş, Rusçuk, Sivas, Sofya, Trablusgarp, Van idi. Bu şehirlerde bir süre vazife yapan kadılar mâzul duruma düştükten sonra mahreç mevleviyeti pâyesi alırlar, gönderilecekleri bir mahreç kadrosunun boşalması halinde mahreç mevâlîsi olarak tayin edilirlerdi.

Devriye mevleviyetinin üzerinde yer alan kadılıklara ise mahreç mevleviyeti denilmiştir. Bunlar yüksek rütbeli medreselerden ilk olarak kadılığa çıkılan yerlerdir. Mahreç mevleviyeti statüsünde bulunan şehirler başlangıçta Galata, Halep, İzmir, Kudüs, Selânik, Tırhala Yenişehri’ydi. Daha sonra bunlara Eyüp, Girit, Sofya, Trabzon ve Üsküdar eklendi. Mahreç mevleviyetlerine önceleri Sahn medreseleri müderrisleri tayin edilirken XVI. yüzyılın ortalarından itibaren Sahn ile birlikte Süleymaniye, Süleymaniye Dârülhadisi, hâmise-i Süleymâniyye ve mûsıle-i Süleymâniyye medreseleri müderrisleri tayin edilmeye başlandı.

Bilâd-ı hamse mevleviyeti statüsündeki kadılıklar başlangıçta Mekke, Edirne ve Bursa olmak üzere üç şehirden (bilâd-ı selâse) ibaretti. Ardından bunlara Mısır (Kahire) kadılığı ilâve edildi ve sayı dörde (bilâd-ı erbaa) çıkarıldı. 1135’te (1723) Mekke kadılığı Haremeyn mevleviyetine dahil edilince bu kategorideki kadılıkların sayısı yine üçe indi, ancak Şam’ın derecesinin yükseltilip buraya dahil edilmesiyle tekrar eski sayıya ulaşıldı. Filibe’nin statüsünün yükseltilmesiyle de statü bakımından birbirine eşit bilâd-ı hamse mevleviyeti son haliyle teşekkül etmiş oldu. Bu şehirlerden birinin kadısı terfi edeceği zaman Haremeyn kadılıklarına yükseliyordu.

Haremeyn mevleviyetine dahil kadılıklar statü bakımından en yüksek kadılıklardı. Bu grupta yer alan şehirler İstanbul, Mekke ve Medine’dir. İstanbul’un Osmanlı Devleti’nin başşehri, Mekke ve Medine’nin İslâm’ın kutsal şehirleri olması dolayısıyla bunlar itibar ve önem bakımından en yüksek statüde tutulurdu. İstanbul kadılığı ise bütün kadılıklar içerisinde en üst kadılık ve dolayısıyla en yüksek mevleviyetti. İstanbul kadılığının bir üstü, ilmiye tarikinin zirvesini temsil eden şeyhülislâmlığa gidiş yolunun son merhaleleri olan Anadolu ve Rumeli kazaskerliğiydi. Şeyhülislâm olabilmek için normal şartlar altında önce sırasıyla Bursa, Edirne ve İstanbul kadılıklarını geçmek, sonra da Anadolu ve ardından Rumeli kazaskerliği vazifelerinde bulunmak gerekiyordu.

Mevleviyet sayılan şehirlere tayin edilen kadıların hizmet süresi hakkında birtakım rakamlar kaydedilirse de bunların hiçbiri kesin süreleri göstermez; en çok zikredilen rakam bir yıldır, fakat bu sürenin de uzatılıp kısaltılması mümkündür. Ancak her hâlükârda müderrisler içerisinde özel muameleye tâbi tutulanlar, başta hükümdar olmak üzere devletin üst mevkilerini ellerinde bulunduranların iltimas ve himayesine mazhar olanlar veya rüşvet dahil bir vesileyle üst derecelere yükselenler oldukça çoktur (Uzunçarşılı, s. 87-103). Osmanlı ulemâsının hal tercümelerini veren eserlerde bu gibi durumlara dair bilgilere sıkça rastlanır.


*****
1.ŞİNÂSİ'NİN FATİN TEZKERESİ BASKISINDAKİ YENİ BİYOGRAFİK BİLGİLER ÖMER FARUK AKÜN
2.İslam Ansiklopedisi   Türk diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Enstitüsü

Devamını Oku »