4 Mayıs 2016 Çarşamba

Konstantinapolis Hipodromu


Hipodrom


Roma döneminden kalma Hipodrom ya da Osmanlıların verdiği ismiyle At Meydanı, aynı zamanda imparatorun özel tribünü Kathisma'nın da olduğu yer. 480 metre uzunluğundaki Hipodrom'un kalıntılarını halen Marmara Üniversitesi'ne ait binanın alt kısımlarında görmek mümkün.Bizans İstanbul'unun en büyük ve en önemli yapılarından biri olan Hipodrom, kentin merkezinde imparatorluk sarayının hemen yanında yer alırdı. 

Güzel bir çizimde Konstantinapolis şehri ve Hipodromu

Hipodrom ve Büyük Saray 
4. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar, sadece en heyecanlı ve en gözde atlı araba yarışlarının, gösterilerin yapıldığı bir alan olmakla kalmamış; aynı zamanda, imparatorların tahta getirildiği, askeri zaferlerin görkemli gösterilerle kutlandığı ve halkın, imparatorlarının huzurunda isteklerini dile getirebildikleri en önemli kamusal alan olmuştu.

4 atın çektiği arabalarında maviler ve yeşiller
 Roma imparatoru Septimus Severus’un 196’dan sonra yapımını başlattığı ve imparator Constantinus döneminde tamamlandığı kabul edilen, büyük saray ile bağlantılı 480 m uzunluğunda,güney ucu yuvarlatılmış (sphendone) dikdörtgen planlı yarış alanıdır. Kaynaklara göre, üstlerinde yer yer iki katlı sütunlu koridorları bulunan ve toplamda 30000 kişilik oturma yerlerinin, mese (divan yolu) girişinde çok katlı büyük bir giriş yapısıyla sonlandığı bilinmektedir. Antik dünyada halkın da katıldığı eğlenceler arasında kendine has bir yeri olan araba yarışlarına mekan olan hipodromlar, temelinde antik Yunan şehirlerindeki stadionların gelişmesiyle karşımıza çıkar. Heyecanı yüksek, rekabeti amansız olan bu araba yarışları günlük hayatın içinde toplumun her kesiminin taraf olduğu, heyecanla izlediği oyunlar arasında en bilinenidir. Roma İmparatorluğu sınırları içindeki kentlerde hipodromlar zamanla yarışlara eklenen çeşitli akrobasi gösterileri, danslar, vahşi hayvan mücadeleleriyle birlikte circus adını almış olsalar da her zaman bulundukları kentlerin en özel yapıları arasında görülürler. Nitekim Roma’daki Circus Maximus, Antiokos (Antakya) hipodromu ve Konstantinopolis Hipodromu en ünlü ve gösterişli anıtsal yapılar arasında mimarlık tarihinde anılmaktadır. At meydanı’na yani Nea Roma Hipodromu’na dönersek, önce şehirde bir hipodrom yapılmasına nasıl karar verildiğine bakmamız gerekir. İstanbul’un kent tarihinde açıkça söz edildiği üzere, Byzantion şehri antik Yunan şehir devletleri gibi tek başına varlığını sürdürmekteyken, Roma İmparatorluğu’nun hedefi olunca direnmeye karar verir ve uzunca bir süre mücadelesini sürdürür. Pes etmek bilmeyen Byzantion'luların bu azimli direnişleri Roma İmparatorluğu doğu eyaletleri sorumlusu Septimius Severus’u (VII. Severus, M.S.193-211) öylesine uğraştırır ve sinirlendirir ki, Severus en sonunda şehri ele geçirdiğinde kenti taş üstünde taş kalmayacak şekilde harap eder ve şehrin adını, bundan sonra Roma İmparatorluğu’ndan hiç ayrılmayacağına olan inancı ve ileride Roma’ya alternatif bir başkent olabileceği düşüncesiyle Nea Roma olarak değiştirir.Yeniden yapılanma sürecine girildiğinde, Severus’un bu düşüncesinde ne denli ciddi olduğu inşasını emrettiği yapılardan anlaşılacaktır. Şehir planı, tapınaklar,senato binası, agora, çarşı… Her yapı Roma İmparatorluğu’na bağlı diğer şehirlerdeki örnekleriyle yarışır anıtsallıktadır. Nea Roma Hipodromu da Roma’daki Circus Maximus’la benzerlikler gösterecek şekilde ama ondan daha görkemli olması hedeflenerek inşa edilecektir. İnşaat M.S. 196’da başlar. Tipik bir hipodrom planına uygun olarak bir ucu düz diğer ucu ise yarım daire şeklinde biten iki yan kanadı uzunca tutulmuş bir U harfini anımsatan yapının inşası için seçilen yer de önemlidir. 

Örnek olarak alınan Roma Hipodromu Circus Maximus. Spina nın ekseninin hafif açılı olduğu görülüyor

Circus Maximus’a benzer şekilde, kent sarayının bitişiğinde – Büyük Saray olarak bilinen sarayın hemen paralelinde- Augusteion Meyda-nı’ndaki Zeuksippos Hamamları’nın çıkışına komşu olacak şekilde ve şehrin Roma’ya giden ana caddesi Via Egnetia’nın başlangıcı olan Mese’ye bakar halde yerleştirilir. Daha sonra Augusteion Meydanı’nın kuzey kanadına inşa edilen Aya Sofya Kilisesi’yle de Hipodrom’un çevresinde konumlanan ve hem mimari hemde simgesel anlamı güçlü bu yapılar grubu tamamlanmış olur.

arabaların anıtsal bir kapının (carceres) altından 12 kulvar halinde çıkış yapabilmesine uygun olarak inşa edilir. Çıkış kapılarının tam karşı noktasında ise U harfinin yarım daire çizen kavisiyle yarış pistinin dönüş alanını sınırlandırır. Sphendone diye adlandırılan bu bölüm kısa süre sonra yarış dışı zamanlarda Nea Roma’ya özgü boğaz panoramasının izlendiği bir mekan olacaktır. Bugün halen ayakta olan bu bölümde yükselen duvar ve tonozlara bakarak yapının ne denli hacimli olduğunu tahmin edebiliriz. Cankurtaran’a doğru inerken sağ tarafta yükselen bu muazzam altyapı, Hipodrom’un onca depreme rağmen nasıl ayakta kalabildiğine de açıklık getirmektedir.

Sphendone çevresindeki evler kaldırılmadan önce
Otopark işgalindeki Sphendone
Bu istikamette yürüyerek Sokollu Camii tarafına doğru ilerlediğimizde ise sphendone duvarında yakın zamanlarda duvara dayalı bir şekilde yapılmış ahşap evlerden kalan izleri görebiliriz. Bu evlerden kalmış banyo mutfak fayansları, su tesisatı boruları hala duvar yüzeyi üzerinde asılı durmaktadır. Yokuşu tamamlayıp yeniden meydana çıktığımızda ise bu kez, az önce çevresini dolaştığımız sphendone üzerinde Marmara Üniversitesi rektörlük binasını ve onun arkasındaki Sultanahmet Meslek Lisesi binasını görmek şaşırtıcıdır. Bakışımızı tekrar meydanın ortasına çevirdiğimizde ise bir hizada duran anıtları görürüz. Bunlar, kendi dönemlerinde yarış alanının ortasında pisti ikiye ayırmak üzere yapılmış spina duvarının üzerinde olan anıtlardır. O tarihlerde üç, dört metre yüksekliğinde olduğu tahmin edilen spina’nın genişliği de iki metre civarındaydı. Duvarın üzerinde çeşitli anıtların yükselmesi hipodromların ortak özelliğidir. Spina’nın orta kısmında genellikle bir dikili taşın yer alması da yine hipodromlara özgüdür. Ancak Roma’daki Circus Maximus, sahip olduğu iki dikili taş nedeniyle diğerlerinden ayrılır. O halde Roma’ya öykünülerek yapılandırılmış Nea Roma’nın hipodromu da, Circus Maximus gibi iki dikili taş barındırmalıdır. Nitekim Severus’tan epey sonra başa gelen imparator Constantinus (324-337) bu detayı atlamayacak ve dikilişine tanık olamasa da Hipodrom’a ikinci bir dikili taşın Mısır’dan getirtilmesini emredecektir. Spina duvarı üzerinde bulunan anıtlar tabii ki bugün gördüklerimizden ibaret değildi. Kaynaklarda tarif edildiği kadarıyla yarışlarda ünlenmiş, efsane olmuş sürücülerin heykelleri, pagan inançlarına uygun çeşitli anıtların yanı sıra, Bizanslıların Hıristiyanlık sonrası Adem ve Havva olarak yorumladıkları iki çıplak heykel, yarı tanrı olarak bilinen Herakles’in heykeli, Augustus, Diokletianus, Julius Sezar gibi ünlü imparatorların Remus ve Romus’un efsanevi tasvirleri, Defli Apollon tapınağından getirtilen Burmalı Sütun (Yılanlı Sütun) ve ünlü heykel tıraş Lisippos’un bronz atları Nea Roma hipodromunun belli başlı anıtları içindeydi. Bu anıtlara bir de oturma grupları boyunca tüm Hipodrom’u dolaşan portikodaki (revakla örtülü yol) heykelleri de eklersek bu haliyle Hipodrom’a bir nevi Açık-hava heykel müzesi yakıştırması yapmamız yanlış olmayacaktır.Her şey tamamlandığında Konstantinopolis Hipodromu 120x480 metre ölçüleri ve tahmini 60 bin ile 80 bin arası izleyici kapasitesiyle antik dünyanın en büyük hipodromu olarak 11 Mayıs 330 tarihinde açılır. Bu tarih aynı zamanda Roma’ya alternatif bir başkent adayı olan Nea Roma’nın da bundan böyle gerçek bir başkent olacağının ilk işaretidir ve yapılan bu açılış erken bir kutlama sayılabilir.

Nea Roma’nın adı da bundan böyle Constantinus’un şehri anlamında Konstantinopolis olarak değiştirilir. O günlerde şehirde yaşanan bu heyecanı bir kenara bırakırsak, daha etkili bir değişimin İmparator Constantinus’un Hırıstiyanlığı yasaklı bir din olmaktan çıkarmasıyla gerçekleştiğini görürüz. İnançlarında serbest kalan hırıstiyanlar, hızla pagan alışkanlıkları terk ederken, şehirlerin mimari görünümü de değişmeye başlar. Tapınaklar yerlerini kiliselere bırakır, pagan geleneğin vazgeçilmez mekanlarından tiyatrolar ise din dışı kabul edilerek terk edilir. Konstantinopolis tiyatrosu bu gelişmeden nasibini alıp kaderine bırakılırken yalnızca Konstantinopolis Hipodromu varlığını sürdürmeyi başaracaktır. Öyle ki, dönemin patriği İoannes Hrisostomos (344-407) Hipodrom için Satanodrom, hipodrom oyunları için de satanik oyunlar demiş olsa da, gerek Bizans Sarayı, gerekse Bizanslılar Hipodrom’daki yarışlara gitmeyi sürdürecek ve zamanla kilise temsilcilerinin de katılmasını sağlayarak bu önemli pagan geleneğine Hıristiyanlık içinde sahip çıkacaklardır. Bu tavır belki de, her dönem farklılıkları bünyesinde barındırmasıyla, kimi zaman karşıtlıklar şehri sıfatı alan, kimi zaman farklılıkların uyumuna örnek gösterilen İstanbul’un en eski şaşırtmacalarından biridir.

Hipodrom Konstantin tarafından yeniden yaptırılarak imparatorluğunun dört bir yanından getirilen eserlerle süslenmiştir. Şu an hala meydanda bulunan ve spina üzerine yerleştirilen mısır dikili taşı Mısır'dan, yılınlı sütun Yunanistan'dan getirilmiştir. Bazı kaynaklarda farklı boyutlar verilse de en gerçekçi boyutların 120 m X 480 metre gibi görünüyor. En olarak 120 metre kesin denilebilir çünkü hipodromun spfendom duvarı hala yerinde ve çok rahat haritalar üzerinden ölçüm alınabiliyor.

Boyunu ise net olarak söylemek mümkün değil çünkü carceres (kapılar) kısmından geriye hiç bir şey kalmış değil.

Hipodromun yarımada üzerindeki yerleşimi

Kuşkusuz hipodromun mimari yapısı hakkında en önemli bilgileri veren belgelerden biriside Veronalı rahip tarihçi bilim adamı O. Panvinio'nun eserinde yayınladığı gravürdür. Hipodromun kısa düz kenarı olarak görünen tarafında carceres bütünüyle yerinde ve Mese yoluna sıfır durumda sırtını dayamış görünüyor. Hatta sağ alt köşede görünen anıt da sanırım million taşı olsa gerek. Mese yolu dediğimiz antik yol şu an Divan Yolu caddesi olarak geçiyor ve bu yol Bizans zamanından beri değişmemiştir.

Buradan hareketle hipodromun boyunun 480 m olması kuvvetle muhtemel. Yani bugün alman çeşmesinin olduğu civardan atlı arabalar çıkış yapıyordu.

Panvinio Gravüründe Hipodrom ve mese yolu
Gravürde hipodromun sağ tarafında görülen kapılardan (carceres) piste çıkan yarışçılar, dörder atın çektiği arabaları hızla sürer, sütunlarla çevrili geniş virajı (sphendone) alıp başladıkları yere geri dönerlerdi. Yedi gezegene ithafen yedi tur atılırdı. Bazen arabalar birbirleriyle çarpışır, sakatlananlar ve ölenler seyircileri hayret ve heyecana sürüklerdi. Katıldığı hemen her müsabakayı kazanan muzaffer yarışçılar ise birer kahramanmışçasına hürmet görür, heykelleri hipodroma dikilirdi.


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kaynak;
1.Doğan Kuban                Bir Kent Tarihi
2.Seza Sinanlar                At Meydanı
3.Mine Kırıkkanat           Bir Hıristiyan Masalı 
4.Robert Ousterhout        Bizans'ın Yapı Ustaları
5.www.byzantium1200.com
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder