23 Ocak 2018 Salı

İngiliz Derviş-Yeni Türkiye'nin Doğuşu ve Aubrey Herbert


Bugüne kadar bahsettiğim yayınların beğenerek okuduğum ve naçizane okunmasını tavsiye edebileceğim kitaplar olduklarını söyleyebilirim. Ancak bu yazımda öncenin aksine okunmamasını tavsiye edeceğim bir kitap ve içindeki asılsız iddialardan bahsedeceğim. Kitapta geçen iddiaların bir kısmının Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili olması kitaptan bahsetmek gereğini doğuruyor.

"Mehmet Hasan Bulut" tarafından 2015 yılında yazılan kitap "IQ Kültür yayıncılık" tan çıkmış. Ben üçüncü baskısını aldım ve okumaya çalıştım.
Kitap bana göre üç kısımdan oluşuyor. İlk kısımda Haşhaşiler'in ve Tapınak Şövalyeleri'nin kökeninden ve birbirleriyle alakalarından bahsediliyor. Haşhaşiler ve Hasan Sabbah'ı anlatmadan önce çok kısa da olsa Şiilik mezhebinin doğuşu hakkında da şu malumat veriliyor;

***
...Kendisini Müslüman olarak gösteren Abdullah İbn-i Sebe adında Yemenli bir Yahudi'nin Mısır'dan getirdiği adamları, Hazret-i Peygamberin damadı ve üçüncü halife Hazret-i Osman'ı öldürdü. Karışıklıklar, Peygamberin diğer damadı, dördüncü halife Hazret-i Ali zamanında da devam etti. Peygamberin dostları arasında, Hazret-i Osman'ın katillerinin cezalandırılması meselesi fikir ayrılıklarına sebep oldu ve Eshab'ın kendi arasında savaşmasına neden oldu.
Savaşın çıkmasında büyük rol oynayan Abdullah İbn-i Sebe, muharebenin taraflarından biri olan Hazret-i Ali'ye ilahlık isnat ettiği için Halife, adamı idam ettirmek istedi ama ortalığı daha fazla karıştırmaktan çekinip sürgüne gönderdi. Fakat Abdullah İbn-i Sebe , Hazret-i Ali'den önceki üç halifenin, Hazret-i Ali'nin halifelik hakkını gasp ederek zulüm ettiğini söylemeye başladı ve bu yolda hadisler uydurmayı sürdürerek Şiiliğin temellerini attı.
Şiilik zamanla çeşitli fırkalara ayrıldı. Bir kısmı İslam dairesi içinde kalsa da içlerinde Abdullah İbn-i Sebe'nin izinde giderek bu dairenin dışına çıkanlar oldu. Şiilerden Hazret-i Ali'nin torunlarından İsmail'i imam kabul edenler, İsmaili adını aldı. İsmaililer içinde, Abdullah İbn-i Sebe'nin izinden giden ve Sebeiye olarak da bilinen Gulat-ı Şia'nın takipçilerinden Yahudi asıllı göz doktoru Meymun el-Kaddah Batıniliği kurdu....Batıniler, Kur'anı Kerim'in bir görünen (zahir), bir de gizli (batıni) manası vardır diyorlardı. Zahiri manası, yani namaz, oruç, zekat, hac vs. mühim değildir, onlar semboliktir, asıl olan batıni manasıdır, bunu da herkes anlayamaz diye inanıyorlardı. Bu inanca sahip olanlara 'Batıni', bu inancı yayanlara da 'Dai' dediler.
***
.
.
.
***
Nizamülmülk'ün bir Haşhaşi tarafından öldürülmesi
İsmaili'ler, merkezi Kahire olmak  üzere Fatimi Devletini kurdular.  Fatımilerin sekizinci halifesinden  sonra İsmaili'ler iki kola ayrıldı. Bir kısmı, halifenin büyük oğlu Nizar'ı destekledi. Bunlara Nizari dendi. Nizar'ı destekleyenlerden biri de Hasan Sabbah'dı. Şii bir imamın oğlu olan Hasan Sabbah, Batıni misyoneri, yani dai idi. Misyonerlik çalışmaları neticesinde topladığı adamları ile beraber İran'daki Alamut kalesini kendisine üs seçip eşkıyalık ile zengin oldu. kendini dağın şeyhi ilan etti. 

Kendi inançlarını yayanlara, İsmaili'ler gibi 'dai' dedi. Terörist olarak kullanacağı adamlarını ise 'fedai' olarak adlandırdı.

***
Bu kısa bilgilendirmeler sonrasında da 1099 yılında Kudüs'ün haçlılar tarafından ele geçirilişinden, burada hıristiyan ordularının yaklaşık iki yüz yıl sürecek Kudüs Krallığı'ndan, bu krallıkta doğan hıristiyanların Avrupa'lı dindaşlarından farklı oluşundan, şark kültürünü ve arapçayı bilişlerinden, müşterek düşmana ve inanca sahip Haçlılar ve İsmaili'lerin yani Haşhaşi'lerin yakınlaşmasından, Haşhaşi'lere benzer bir teşkilat kurmak istemelerinden, nihayetinde Kudüs'te kurulan Tapınak Şövalyeleri Tarikatı'nın kuruluşundan ve bu teşkilatın yapısının Haşhaşi'lere göre tertip edilmesinden bahsediliyor..

Kitabın ikinci kısmında ise 1187 yılında Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü ele geçirmesi sonrasında tapınakçıların Avrupa yolculuğu anlatılıyor. Yazar, aslında burada kendisi de bir tapınakçı aileden gelen ve kitabın kahramanı olan Eubrey Herbert'e konuyu getirmeye çalışıyor. Buraya kadar gayet ilgi çekici bilgilere yer veriliyor ve sürekli önümüze çıkan ama dayanaklarını vaya ilişkilerini net bilmediğimiz bazı kavramları (mezhepler,batınilik, tapınak şövalyeleri vb) yerlerine oturtmamızı sağlıyor kitap. Ancak sorun bana göre bundan sonra başlıyor. Yazar, tapınakçıların Avrupa'daki ve özellikle de İngiltere'deki faaliyetlerini anlatırken o kadar çok detaya ve farklı konuya giriyor ki artık konu takip edilemez hale dönüşüyor ve okurken sıkılıyorsunuz.

Kitabın üçüncü kısmında ise Tapınakçı İngiliz casusu Aubrey Herbert‘in hayatı anlatılıyor. Aubrey, Mark Sykes ve Lawrence gibi İngiltere'nin aristokrat ailelerine mensup, Osmanlı'nın son dönemini ve yeni Türkiye'yi şekillendiren hemen her hadisede rol almış bir casus. Kitapta iddia edildiği üzere Aubrey Herbert, İttihat ve Terakki Komitesi'nin reisi, 1908 ihtilalinin ve Abdulhamit'in tahtan indirilmesini planlayan kişi, Ermeni, Makedonya, Arnavutluk komiteleriyle bağlantıları olan bir kişi. Siyonistlerle olan bağlantılarından bahsetmeye hiç gerek yok zaten. Osmanlı coğrafyasının her yerinde; bir gün bakıyorsunuz Basra'da, bir diğer gün Bağdat'ta, Yemen'de, Makedonya'da, İstanbul'da, Gelibolu'da, İzmir'de, yani her yerde.
Aubrey aynı zamanda İngiliz parlementosunda milletvekili ve türk dostu olarak biliniyor (!). İstiklal harbi sırasında Ankara'yı destekliyor. Aubrey'in hayatı anlatılırken de özellikle Osmanlı'nın son döneminde yaşanalar hakkında bilgilere yer veriliyor. Bu bilgiler içinde Mustafa Kemal ile olanları da epey çok sayıda.

Kitabın kaynak sayfalarından birisi
Kitapta yazarın iddialarını destekleyecek herhangi bir belge bulunmuyor. Yüksek sayıda kaynak gösterilmiş ki (716 adet ) çok büyük kısmı yabancı yazarlardan oluşuyor. Bu kaynaklardan bir kaçına internet üzerinden ulaşmaya çalışsam da olmadı. 'Kaynak veriyorum bu nedenle bu iddialar doğrudur' algısı oluşturulmaya çalışılmış. Burada önemli olan verilen bu kaynakların güvenilirliği ve içeriği oluyor. Okuyucuların bir çoğu araştırmacı veya tarihçi olmayacağı için yazarın kitap sonunda verdiği 716 adet kaynağı oturup inceleme ve doğrulama gibi bir şansı da olmayacak. Bu nedenle okuyucu (ben mesela) hiç olmazsa bir iki adet belgeyi kitap içinde görmeyi bekliyor. Yazarın en çok kullandığı kaynağın başında yine kitabın kahramanı olan Eubrey Herbert'in anıları veya notları geliyor. Yani amacı Osmanlıyı parçalamak olan bir İngiliz ajanının yazdığı anılara güvenmemiz ve buradan çıkan cümlelerle yine İngilizlere karşı savaş vermiş Mustafa Kemal'i yargılamamız bekleniyor. Ne kadar akıllıca, inandırıcı ve dürüstçe bir tarih yazımı yapılmış değil mi? Eğer Eubrey'in anılarını/günlüklerini kaynak olarak kabul etmenin bilinçli ve art niyetli bir seçim olmadığını kabul etsek bile bu 100 yıl sonra bile İngiliz propagandasına alet olmak değil midir? Hem de Mavi Kitap (Blue Book) gibi bir örnek önümüzde dururken.

En basitinden bizler yıllardır her mecrada İttihad ve Terakki'yi dinledik ve bir sürü kaynaktan okuduk. Ama şimdiye kadar komitenin reisinin Eubrey olduğunun söylendiğini hiç duymadık, görmedik. 120-130 yıldır ortada olan bir parti hakkındaki bu kadar önemli bir gerçek sizce şimdiye kadar ortaya çıkmaz mıydı? Dolayısıyla yazının başında paylaştığım üzere İslam'da mezhepleşmenin neredeyse tüm suçunu bir Yahudi'ye yüklemenin kolaycılığına kaçan yazarın kitabı üzerinde bir güven problemi daha ilk sayfalardan ortaya çıkıyor ve sonrasında derinleşiyor . Bu nedenle belgeleyemediği iddiaları nedeniyle kitap neredeyse komplo teorileri üzerine kurulmuş denilebilir. Tarih yazıcılığının bu şekilde yapılamayacağı çok açık.

Örnek olması açısından kitaptan seçtiğim bir kaç iddiayı aşağıya ekledim. Bunlardan bir kısmı gerçekten çok ağır suçlamalar. Hiçbir delile dayandırılmayan bu iftiraların bir kısmı için de açıklamalarda bulunmaya çalıştım.

                                                       ***

*İtalya Maşrık-Azam'a bağlı Macedonia Risorta mason locasından Mehmed Talat'ın da içinde bulunduğu Genç Türkler, 1906'da Selanikte bir komite kurmuştu. Benzer bir komite de pozitivst Ahmed Rıza ve Prens Sabahaddin liderliğinde Paris'te kuruldu. her iki komite, Midhat Paşa'nın emaneti olan meşrutiyeti tekrar ilan ettirmek için berber çalışmaya karar verdler. Ertesi sene birşetiler. ve genç italya hareketinin 'Unione, Forza e Libertal', yani 'ittihad (birleşme), Terakki (ilerleme) vw Hürriyet ! sloganından ilham ile 'İttihad ve Terakki Komitesi' adını aldılar. İtalya Maşrık-ı Azam üzerinden Genç Türkleri kontrol eden Aubrey Herbert da gayr-ı resmi lider olarak bu komitenin başına geçti....(sayfa 165)

* Tapınakçılar Sultan Abdülhamid'i indirdikten sonra planlarının ikinci safhasına geçmiş.... (sayfa219)

* Sırf Enver muvaffak olmasın diye Balkan Harbi'nde Bulgar ordusuna karşı çok fazla gayret göstermemişti... (Mustafa Kemal'den bahsediliyor, sayfa 260)

*Görüşmelerden sonra Mustafa Kemal, Aubrey'in evinden tanışıp yemek yediği, İngiliz ordularının başındaki Allenby'in saldırısı üzerine ordusunu geri çekti. İngiliz ordusu açılan boşluktan girip sağ ve sol cenahtaki diğer Türk ordularını arkadan sardı....( sayfa 341 )

Bu iddia yeni bir iddia değil. İlk defa Milliyetçi muhafazakar kesim tarafından "üstad" olarak kabul edilen Necip Fazıl Kısakürek, "Dedektif X" mahlası ile makaleler yazdığı "Büyük Doğu" dergisinin 8 Eylül 1950 tarihli, 25. sayısının 3. sayfasında, "Filistin cephesinin çöküşü"nü 19 madde halinde ele aldığı bir makalede geçiyor. Tabii İngiliz Derviş'teki diğer iddialar gibi Necip Fazıl'da bu iddiasını herhangi bir delile dayandıramıyor. Daha öncede bahsettiğim gibi iddialar hep anılara, yorumlara dayandırılıyor. Madem günlüklerden, anılardan gidiyoruz öyleyse en doğru malumatın Yıldırım Orduları Grup Kumandanı (Filistin cephesinde 4,7 ve 8. ordular kumandanı. Mustafa Kemal 7. orduya kumandanlık ediyor ) Liman von Sanders'in hatıratında olacağını düşünüyorum.

Liman von Sanders hatıratını Mondros Mütarekesi sonrasında tutuklu bulunduğu Malta'da yazıyor ve "Türkiye'de beş yıl" ismiyle yayınlıyor. İmparatorluğun genel durumunu, Osmanlı genelkurmayının yönetimini, ordunun teçhizatını, askerin durumunu, arapların tutumunu bilmeden Filistin cephesindeki çöküşü yorumlamak doğru olmaz. Liman von Sanders, 19 Eylül'de yapılan ve Filistin cephesinin çökmesine sebep olan İngiliz hücumu hakkında şöyle bahsediyor;

""18 Eylül'ü 19 Eylül'e bağlayan gece 7. Ordu'nun (M.Kemal'in ordusu) cephesinde şiddetli bir muharebe başladı. 19 Eylül saat 3.30'da 8. Ordu'nun sağ kanadının sahilden dağlara kadar tüm mevzilerine şiddetli bir baraj ateşi açıldı. Gün ağardıktan sonra 7. ve 8. orduların kumanda binalarının ve Ordu grubunun Affule'deki telefon santralinin üzerinde İngiliz uçak filoları göründü. Alçak mesafeden bombalarını attılar ve telefon hatlarını kısmen tahrip ettiler. Ayrıca karadan döşenmiş olan hatların tellerinin bir kısmı sabah saatlerinde Araplar tarafından kesilmişti. Tulkern ile Nasıra arasındaki telefon ve teleks bağlantısı sabah 7'ye doğru kopmuştu. 8. ordu Kumandanlığı'nın telsiz istasyonu da artık çağrılara cevap vermiyordu. 7. ordu Kumandanlığı sabah saat 9 ile 10 arasında Nablus'taki Albay von Oppen'den aldığı habere göre, sağ kanat grubunun sahil kesimindeki cephesinin yarılmış olduğunu bildirdi. Düşmanın kuvvetli süvari birlikleri sahil boyunca kuzey istikametinde ilerliyorlarmış.

Ancak sonradan anlaşıldığına göre, İngilizler, daha sabah saat 7'den önce sahil kesimin batı kısmında ciddi bir direnişle karşılaşmaksızın yarma hareketi yapmışlardı""

Buradan anlaşılacağı üzere çöken cephe ve ordu iddia edildiği üzere Mustafa Kemal'in bulunduğu 7. Ordu cephesi olmayıp 8. Ordu cephesi olduğu görülüyor. Oysaki hem Mehmet Hasan Bulut hem Necip Fazıl hiç bir delile dayandırmadan bunun aksini söyleyebiliyorlar.

*Bu arada Halep'te Baron Otel'in suitinde kalan Mustafa Kemal, emrinde sekiz bin askeri olmasına rağmen daha fazla kan dökülmesini istemediği için olacak, şehri savaşmadan teslim etti ve Halep'in kırk mil dışında kamp kurdu. Anzak askerlerinin kumandanı General Harry Chauvel, kendisine asker gönderip teslim olmasını istedi. Mustafa Kemal gülerek "Söyle Chauvel'e kendisi gelsin alsın" dedi, fakat birkaç gün sonra gelip, General Macandree'a kendisi teslim oldu...(sayfa 345)

Büyük gazimizin büyük hayatından hatıralar. Gazi paşanın
'rical-i osmaniyye hakkındaki ihtisasatı.
15 Mart 1926 Cumhuriyet
Burada artık iddia komik bir hal alıyor. Düşünebiliyor musunuz karşılıklı savaş içinde olduğunuz can düşmanınıza yani İngilizlere gidip sebepsiz yere teslim oluyorsunuz :). Ve sonrasında da İngilizler de M. Kemal'i yine gerisin geri gönderiyor serbest bırakıyor. Üstelik İngiliz general Townshend (Kut'ul Amare) o sıralar Osmanlının elinde tutsak durumdayken.

Haleb'in savunulmadan bırakılması konusu da ayrı bir iftiradır. Bu konuda da Gazi Mustafa Kemal'in hatıratına bakılabilir. Bu anılar 1926 yılında Hakimiyet-i Milliye ve Cumhuriyet gazetelerinde yayınlanmış sonrasında da Falih Rıfkı tarafından 1955’te “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” isimli küçük bir kitap halinde neşredilmiş.


*Machiavelli, "Kendi kanunları ve hürriyet içinde yaşamaya alışkın devletler ele geçirildiklerinde elde tutmanın üç yolu vardır: İlki onları ortadan kaldırmak; ikincisi gidip orada yerleşip oturmak; üçüncüsü vergiye bağlamak ve içeride sana yerli halkın dostluğunu sağlayacak az sayıda kişiden oluşmuş bir hükümet kurarak kendi kanunlarıyla yaşamalarına izin vermektir. Böylece bu hükümet, o hükümdar tarafından kurulduğu için onun gücüne ve dostluğuna ihtiyaç duyduğundan o devleti ayakta tutmak için her yola başvurur. Hür yaşamaya alışkın bir kenti başka yollara müracaat etmek yerine kendi halkıyla idare ederek elde tutmak daha kolaydır" diyordu.Bu yerli halkın dostluğunu sağlayacak az sayıda kişinin halkın özünde nasıl büyütüleceğini ise şu şekilde izah ediyordu; "Çoğu kişi, akıllı bir hükümdarın, fırsatını bulur bulmaz, kurnazlıkla kendisine düşmanlar meydana getirerek ve meydana getirdiği bu düşmanları tepeleyip itibarını kendiliğinden artırması icap ettiğini düşünür"

O zaman, kendi kendilerini idare edecek Türklere liderlik yapacak kişiye bir düşman lazımdı. New Europe grubu hareketi geçti ve Rotschild'leirn Vickers silah şirketinin başındaki Zaharoff, ingiltere Başvekili Lloyd George ve Yunanistan Başvekili Venizelos ile buluşarak onlarla Anadolu'ya asker çıkarma meselesini konuştu. Zaharoff, Yunan ordusunun Anadolu operasyonunu kendi cebinden finanse edecekti. Bunun üzerine, İngiltere Başvekili llyod George, Mustafa Kemal'in muayene olduğu Rothschild Hastanesi'nin başhekimi Otto Zuckerkandl'ın akrabası ve Fransa Başvekili Clemenceau, İtalya Başvekili Orlando ve Amerika Birleşik Devletleri reisi Wilson, Paris'te Yunanlıların Anadolu'ya çıkışı üzerinde anlaştılar....(sayfa 353)

Machiavelli'nin belirttiği 3. yolun yeni Türkiye için uygun görüldüğü, yeni Türkiye'yi kuran kurucu kişilerin ve hükümetin özellikle tapınakçılar tarafından belirlenerek seçildiğini ima ediyor. Bu seçilen kişilerin de içerideki halk nezdinde itibar kazanmaları için bir düşman yaratıldığını ve bu düşmanın da Yunanistan olduğunu söylüyor. Yani özetle Mustafa Kemal'in kurucu lider olması tapınakçıların işi, Yunanlıların Anadolu'ya çıkamları ise Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti'ne itibar kazandırmak için planlanmış işler. Ne diyelim, herhalde zorlama komplo teorisi konusunda daha ötesini yazmak mümkün olmazdı.
                                                            ***

Aslında bana göre tüm bu anlatılanlarından öteye kitapta çok net biçimde inceden işlenmeye çalışılan bir konu mevcut. Mustafa kemal düşmalığı ! Yazar veya kitap hakkında ön yargılı olmak istemiyorum ama bence kitabın yazılış amacı bu olumsuz algıyı oluşturabilmek olmuş. Zaten internet üzerinde tek amacı Atatürk'ü kötülemek olan sitelerin bu kitaba sarılmaları da bunun kanıtı.
Mustafa Kemal'e hakaret etmenin veya yalan yanlış bir sürü iftiranın açık açık söylenebildiği bu günlerde yazarın neden böyle zahmet gerektiren bir yol izlediği sorusu geliyor akla doğal olarak. Belki ani bir tepki yaratıp okuyucuyu kaybetmek belki de bir Kadir Mısıroğlu pozisyonuna düşmek endişesi olabilir.

Sonuçta kimse eleştiriden münezzeh değildir ama gerek modern hukuka gerekse İslam geleneğine göre insanlar hakkında olumsuz kanaatte bulunmamak esastır. Ortada bir şüphe var bile olsa bu sanığın lehine değerlendirilmeli. İnsanlar hakkında delile dayanmayan hükümlerde bulunmanın vebali büyüktür ve her iki dünyanın birisinde mutlaka bunları yazanların yakalarına yapışacaktır.

Tüm bunları yazdıktan sonra kitabın yazarı 'Mehmet Hasan Bulut' hakkında nette bir şeyler bulabilir miyim diye baktım ve twiter hesabını gördüm. Bir kaç twitini aşağıya ekliyorum. Kitabını yazarken ne kadar tarafsız olabileceği konusunda ipuçları verebilir. Yorum sizlerin.






Büyük üstad (!) Necip Fazıl'ın çıkardığı Büyükdoğu Dergisi ve 'DETEKTİF X' mahlasıyla yazdığı yazı...Realiteleri tesbite memur olduğunu söyleyen Necip Fazıl, o sıralarda örtülü ödenek adı altında hükümetten hatırı sayılır miktarda ödeme alıyordu. Kendisinin kalemini kimler için oynattığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Bu konuyla ilgili iki adet linki de yazı sonuna ekledim. Merak edenler için.

Dünya arşa gitmeye çalışırken Necip Fazıl ters istikamete gitmeye çalışıyor.
Başarılı olmadığı söylenebilir mi ?

Necip Fazıl'ın dedektif x mahlasıyla yazdığı iddialar 




* * *

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/890266/Kiralik_kalem.html
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/891660/Necip_Fazil_in_Kaleminin_Kirasi_147_Bin_500_Lira.html

7 yorum:

  1. Gerçekler hoşuna gitmemiş anlaşılan

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçek dediğiniz şey nedir? Belgesiz, kanıtlanamayan bu iddialar sizi de rahatsız etmiyor mu?

      Sil
  2. Öncelikle en temel kuralı söylemek isterim. Tarih yazımında en az güvenilir kaynak kişilerin anılarıdır. Bir kişinin herhangi bir vesikaya dayandırmadan yazabileceği anılarını tarih budur diye kullanamazsınız. Kullanırsanız da en hafifinden Necip Fazıl'ın düştüğü gibi yalancı durumuna düşersiniz. Necip Fazıl 70 yıl önce Filistin cephesinin çökmesinin nedenini M.Kemal Paşa'ya bağlamış ve bunun belgesinin ortaya bir gün çıkacağını söylemişti. Ne oldu? Bulunabildi mi peki? Sizce de Mustafa Kemal aleyhine kullanılabilecek böyle bir belgeye daha rahat ulaşılabilecek bir ortam, dönem olmuş mudur? Şimdi bu yalan karşısında ne demek gerekiyor? Ölmüş ve kendini savunamayacak birinin arkasından belgesiz yalan dolan yazılar yazmanın hangi ahlakta, dinde yeri yeri var. Tekrar edeyim, tarih yazımı vesika ile olur. Örnek isterseniz verebilirim ve ne dediğimi siz bile anlayabilirsiniz. Neyi anlatmak istediğimi mesela Murat Bardakçı'nın kitaplarını okuyarak anlayabilirsiniz. Murat Bardakçı tezleri savunurken veya anlatırken bir sürü belgeden bahseder ve bazılarını da kitabında paylaşır. Kaynaklarıda arasında ingiliz casuslarının anıları yoktur, Osmanlı Arşivi'nden belgeler vardır. Mesela 'Nutuk' tarihçiler tarafından bir anı kitabı olduğu için 300 ün üzerinde vesika içerse de bilimsel kaynak olarak kullanılmaz,tercih edilmez. Özetle belgeyle gelmeniz gerekir,sağdan soldan duyduklarınızla değil. Zorlama hayal ürünü iddialarla, İngiliz casuslarının (Rahip Frew veya Eubrey Herbert) ağzıyla konuşmanız sizi küçültür. Tabiki sizin seçiminiz kime inanacağınız. Tercihiniz tek amaçları Osmanlıyı yok etmek olan casuslara, ingiliz işbirlikçilerine inanmak olabilir. Ama birini suçlayacaksanız verileriniz sağlam olsun. Mesela; siz isterseniz ben size İngiliz'lerin yardımıyla asker toplayıp yok etmek için Ankara Hükümeti üzerine gönderenleri veya başta Atatürk olmak üzere kuvvacılar hakkında ölüm fermanı yayınlıyanları gösterebilirim. Bence siz hain, casusu oralarda arayın.
    Kitaptaki bir sürü başka zırva, deli saçması şeyden bahsetmeye tekrar ihtiyaç bile duymuyorum. Eğer kitabı okuduysanız eminim siz de bunları görmüşsünüzdür.
    Bir de üslubunuza dikkat etmenizi tavsiye ederim.

    YanıtlaSil
  3. Murat Bardakçının Şahbaba kitabında Mustafa Kemal'i Samsun a İngilizlerin gönderdiği yazıyor Rıza tevfik'ten kaynak olarak almış. Madem Murat Bardakçı ya güveniyorsun

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazarın aşağıdaki yazdığına inanıyor musun? Eğer bu zırvaya inanıyorsan zaten tartışmaya gerek yok. Selametler diliyorum sana.

      *Machiavelli, "Kendi kanunları ve hürriyet içinde yaşamaya alışkın devletler ele geçirildiklerinde elde tutmanın üç yolu vardır: İlki onları ortadan kaldırmak; ikincisi gidip orada yerleşip oturmak; üçüncüsü vergiye bağlamak ve içeride sana yerli halkın dostluğunu sağlayacak az sayıda kişiden oluşmuş bir hükümet kurarak kendi kanunlarıyla yaşamalarına izin vermektir. Böylece bu hükümet, o hükümdar tarafından kurulduğu için onun gücüne ve dostluğuna ihtiyaç duyduğundan o devleti ayakta tutmak için her yola başvurur. Hür yaşamaya alışkın bir kenti başka yollara müracaat etmek yerine kendi halkıyla idare ederek elde tutmak daha kolaydır" diyordu.Bu yerli halkın dostluğunu sağlayacak az sayıda kişinin halkın özünde nasıl büyütüleceğini ise şu şekilde izah ediyordu; "Çoğu kişi, akıllı bir hükümdarın, fırsatını bulur bulmaz, kurnazlıkla kendisine düşmanlar meydana getirerek ve meydana getirdiği bu düşmanları tepeleyip itibarını kendiliğinden artırması icap ettiğini düşünür"

      O zaman, kendi kendilerini idare edecek Türklere liderlik yapacak kişiye bir düşman lazımdı. New Europe grubu hareketi geçti ve Rotschild'leirn Vickers silah şirketinin başındaki Zaharoff, ingiltere Başvekili Lloyd George ve Yunanistan Başvekili Venizelos ile buluşarak onlarla Anadolu'ya asker çıkarma meselesini konuştu. Zaharoff, Yunan ordusunun Anadolu operasyonunu kendi cebinden finanse edecekti. Bunun üzerine, İngiltere Başvekili llyod George, Mustafa Kemal'in muayene olduğu Rothschild Hastanesi'nin başhekimi Otto Zuckerkandl'ın akrabası ve Fransa Başvekili Clemenceau, İtalya Başvekili Orlando ve Amerika Birleşik Devletleri reisi Wilson, Paris'te Yunanlıların Anadolu'ya çıkışı üzerinde anlaştılar....(sayfa 353)

      Sil
    2. Sen inanmak istediğin şeye inanıyorsun yapacak bir şey yok

      Sil
  4. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim... doğumundan ölümüne kadar problem biri için alleme olmaya gerek yok. Aslında her şey aşikar. Osmanlı Osmanlı olalı böyle ihanet görmedi. Iyi ise Allah razı olsun. Kötülerinde ateşi bol olsun....

    YanıtlaSil