16 Aralık 2017 Cumartesi

Kulağından gireni kalbinde taşıyan kişi makbul kişidir


Uzun süredir tarihi kurgu romanları okumayı bırakmıştım. Nedeni belki gerçek tarih ile kurguyu birbirinden ayıramayacağım endişesiydi, belki de kurguya ayırdığım zamanı gerçek tarihe harcamanın daha mantıklı olduğu düşüncesiydi. Tavsiye üzerine son zamanlarda tekrar okumaya başladığım bu tarz romanlardan olan İstanbul Hatırası (Ahmet Ümit), Fatih Sultan Mehmet (Reşad Ekrem Koçu), Efsane (İskender Pala) bendeki bu gerçek tarih okumam gerektiği takıntısını biraz olsun hafifletmem gerektiği kanısını oluşturdu. Ancak hala neyin gerçek neyin kurgu olduğunun iyi ayırt edilmesi gerektiği düşüncemi koruduğumu belirtmeliyim.

Bazı hikayeler hafızalarımızdan kolay kolay silinmiyorlar. Unutulmamalarını ise okuyanı ne kadar etkilediğine ve kişinin o zaman ki halet-i ruhiyesine yoruyorum ben. Bazen çok hoşunuza giden bir yazı bir müddet sonra anlamsız da gelebiliyor. Bu nedenle kitabı okurken insanın düşünce dünyası önemli bir etken olabiliyor. Yıllar önce okuduğum "Benim adım kırmızı" adlı kitaptaki "Kara" karakterini zaman zaman hatırlarım. Fatih'te soğuk ve yağmurlu günlerde sokaklarda yürürken Kara'nın da bu sokaklarda dolaştığı gelir hep aklıma.

Bu yazımda son okuduğum ve beğendiğimi söyleyebileceğim İskender Pala'nın Efsane isimli kitabını özetlemeye çalışacağım. Efsane de sürekli hatırladığım hikayeler arasında yer alacak mı bilemiyorum, zaman gösterecek bunu.

İskender Pala bir söyleşisinde okurlarının kendisinden üç şey beklediğini söylüyordu; doğru tarih, nefes nefese bir heyecan ve aşk. Bu romanında da tarihi bir kişiliği "Barbaros Hayrettin Paşa'yı" anlatırken efsanevi bir aşk hikayesini de beraberinde yazıyor. Yazarın denizcilik geçmişi olduğu için de kitapta bayağı bir denizcilik terimi mevcut. Yabancısı olanlar için biraz yorucu olabiliyor. Kitabın sonunda bu kelimelerin anlamlarının verildiği "Gemici Dili" başlıklı bir kısım ve bölgenin haritası dahi mevcut.

İlk etapta kurgular, isimler, yerler, terimler, olaylar karışık gelse de (ben bir kaç kez geriye dönüp bazı yerleri tekrar okumak zorunda kaldım) bir müddet sonra her şey daha bir anlaşılır oluyor ve zevkle okunuyor.




İskender Pala'nın kitabı yazarken Barbaros'un anılarını yazdığı "Gazavat-ı Hayreddin Paşa" adıyla bilinen hatıratından faydalandığı çok açık. Hatırat, Barbaros Hayreddin Paşa'nın levendlerinden Seyyid Muradi tarafından kaleme alınmış. İlginçtir, Efsane'de Seyyid Murad (Sidi Alkala) ağzından anlatılıyor. Sadece buradan dahi Barbaros'un hatıratı ile Efsane arasında bir ilişki kurulabilir. Efsane'de adı geçen Seyyid Murad, kimliğini saklayan bir mücedden olarak geçiyor. İşte burada insan merak ediyor, gerçekte de hatıratı kaleme alan levent mücedden miydi acaba diye? Bunu doğrulayabilmenin tek yolu belki de Barbaros'un hatıratını okumak sanıyorum.

Romanda ana hatlarıyla iki konu mevcut ve olaylar bunların etrafında dönüyor. Birincisi Barbaros'un hayatı diğeri ise -ki bu tamamen kurgu olan kısımdır- İspanya'da başlayan ve Sidi Alkala (Seyyid Muradi) ile Beatrix (Billure) arasında geçen aşk hikayesi. Bu iki konu anlatılırken beraberinde Akdeniz'i, Osmanlı'nın politikalarını, Avrupa'nın durumunu, Kuzey Afrika Limanları'nı, deniz
savaşlarını, forsaları, tutsakları, esir ticaretlerini, Endülüs'ü de okuyorsunuz. Özellikle reconquista döneminde İber Yarımadası'ndaki müslümanları yok etme politikası Sidi Alkala ve Beatrix'in kaçarken saklandıkları hisarda daha önce katliama uğrayan insanların hikayesiyle birlikte ete kemiğe bürünüyor.

Barbaros'un hikayesi, babası Yeniçeri Çorbacıbaşısı Yakup Ağa'nın Midilli'nin fethi sonrası buraya yerleşmesiyle başlıyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından buraya yerleştirilen Yakup Ağa güzellikle en müstesna bir Rum kızıyla evleniyor ve 4 erkek çocukları oluyor; İshak, oruç, Hızır, İlyas. Çocuklar siyah rengi gözlerini babalarından, kızıl rengi saç ve sakallarının rengini ise annelerinden alıyorlar. Kızıl rengindeki sakallarından dolayı kızıl sakal lakabı zamanla tüm Avrupa'da tanındıkça Barbarossa'ya (Barba;kızıl, rossa;sakal) dönüyor.

Babaları her ne kadar çocuklarını denizlerden uzak tutmaya çalışsa da bunda başarılı olamıyor. Yakup Ağa çocuklarını denizlerden uzak tutabilmek için birer meslek sahibi olmalarını istiyor. Hatta İshak marangoz çıraklığından sonra kendi dükkanı açıyor, Hızır'ın çömlekçi, İlyas'ın ise hafızlıktan sonra imam olması gerekiyor. Babasının sözünü dinlemeyen, sürekli tepkisini çekecek işler içinde olan 2. oğul Oruç'un ise bir gün denize bir barça indirdiği ve ticarete başladığı haberi tüm adaya yayılıyor. Babasının tüm karşı çıkmalarına rağmen bir yıl dahi geçmeden parmakla gösterilen bir reis olup çıkıyor. Akdeniz'in adalarını avucunun için gibi biliyor. Onun eve geldiği günler diğer kardeşler için bulunmaz anlara dönüşüyor, getirdiği hediyelerin heyecanına anlattığı hikayelerin heyecanı karışıyor. Hatta babasından gizlice dolunayda kardeşlerini barçalarına bindirerek dolaştırıyor.

Ahmet Rasim'in Resimli ve Haritalı Osmanlı 
Tarihi'nden. Barça
İşte böyle gecelerden birinde küçük kardeşi Hızır'ı barçasında gezdirirken o zamana kadar hiç duymadığı bir hikaye anlatıyor ağası Hızır'a. Deniz tanrısı Poseidon'un oğlu Tesos'un hikayesini anlatıyor. Tesos, 26 yaşındayken babasına ait Egesos denizine hakim oluyor, cengaverliğiyle tüm Akdeniz'e nam salıyor ve Girit'i mekan tutuyor. O sırada Oruç ağasının da 26 yaşında olduğunu fark eden Hızır, ağasının Akdeniz'de adalarda limanları dolaşarak sadece ticaret yapmakla uğraşmadığını aynı zamanda gittiği her yerde kahramanlık hikayelerini de alıp sattığını hissediyor. Bütün gece Girit'te o hikayenin içinde olmayı hayal ediyor. Kendisinin gözünde ağasını artık Tesos olarak görüyor ve geleceğini Akdeniz'in dalgaları arasında buluyor.

Barbaros'un hatıratında anlattığı üzere Pala'da romanının girişinde Barbaros'un babasından, kardeşlerinden bahsediyor. Bu kısımlar, etkileyici ifadelerle tezyin edilmiş kısımlarını saymaz isek hatırat ile birebir örtüşüyor. Ancak Tesos'un hikayesi bütünüyle yazarın hayal gücüyle alakalı ve Barbaros'un denizci olmasıyla ilgili olarak yaşanılmış olması muhtemel bir neden gibi görünüyor.

Romanın diğer tarafı ise İspanya'da Kral Fernando'nun Malaga'daki yazlık sarayında başlayan bir aşk hikayesinden oluşuyor. Bu büyük aşk hikayesinin kahramanlarından biri olan mücedden*  Sidi Alkala (Seyyid Muradi) diğeri ise hıristiyan korsanlar tarafından köyleri basılarak babası öldürülüp anası ile birlikte esir edilerek İspanya'ya kaçırılıp satılan Beatrix (Billure).

Billure İspanya'ya getirildiğinde henüz 8 yaşındadır ve kralın kızlarına hizmet için Tuleytula'daki saraya satın alınır. Sonrasında da 12 yaşında Malaga'ya Kral Fernando'nun sarayına yetiştirilmek üzere getirilir. Beatrix buradaki okulda Sidi Alkala ile tanışır. Sidi Alkala ile tanıştığında Beatrix 13, Alkala ise 15 yaşındadır. Sidi Alkala 5 dil biliyor, harita okuyup çizebiliyor, usturlab kullanabiliyordu. Beatrix ile Alkala bir anlaşma yaparlar. Beatrix Alkala’ya Türkçe öğretecek, Alkala ise ona arapça ve almanca ile birlikte harita okumayı öğretecektir.

Beatrix 15 yaşına geldiğinde Fernando’nun sarayına bakire bir kız isterler. Yapılacak sorguda geçmişinin ortaya çıkacağı ve sonucun ölüm olacağını bildiklerinden dolayı Alkala ve başpapaz Beatrix’in kaçmasına yardım ederler. Alkala Beatrix’i bir köye götürür ve ona bir gemi bulmaya çalışır.Fakat bu sırada köle yapanlar Beatrix’i kaçırırlar. Beatrix nereye gideceğini bilmeden başka kızlar ile birlikte bir gemiye doldurulur.

Alkala her yerde Beatrix’i arar fakat bulamaz. Ve böylece yıllarca sürecek bir arayış başlar. Sidi Alkala bu arayışlar sırasında kendisi de korsanlara köle olarak düşer ve sonrada forsa olarak bulunduğu gemilerin Türkler tarafında ele geçirmesiyle Barbaros'la yolları kesişir. Bildiği diller, harita okuma ve usturlab kullanma becerisi sayesinde Barbaros'un en güvendiği adamı olur gemilerinde seferlere çıkarlar. Ancak Sidi Alkala'nın Beatrix'i arama serüveni hiç bitmez.

Kitapta eski zamanın birbirine kavuşamayan amansız aşklarının hikayesini, üç altın heykelin neler söylediğini, ısırık alınmış üç elmayı ve gül dolu sepetin sırlarını, Sidi Alkla'nın kendine verdiği ve Barbaros'tan dahi sakladığı sırrını, Beatrix'in çok sevdiği halde neden Alkala'yı geri çevirdiğini okuyup çözüyorsunuz.

Hızır'ın nasıl Barbaros Hayrettin Paşa'ya döndüğünü, Beşiktaş isminin nereden geldiğini, Barbaros'un sancağının nasıl oluştuğunu ve Süleyman Mührü'nün anlamını, Barbaros'un vasiyetnamesini, ölümünden sonra yaşanan olağan dışı olayları ve daha birçok ayrıntıyı yine bu kitapta bulabilirsiniz.
İskender Pala'nın bir söyleşisinde Barbaros'un türbesinin tavan süslemeleri ile ilgili anlattıklarını dinlemiştim ve çok hoşuma gitmişti. Bulup o güzel anlatımıyla kendisinden dinlemenizi tavsiye ederim.

Barbaros Hayrettin Paşa'nın sancağı ve alt ortada
Süleyman Mührü


* İspanyollar tarafından geri alınan Endülüs şehirlerinde bir süre daha yaşayan müslümanlar
Devamını Oku »