13 Temmuz 2018 Cuma

Strabon

Yolu Kadıköy'e düşmüş hemen hemen herkesin uğradığı, belki biraz oturup soluklandığı belki verilen buluşma saatini beklediği Mühürdar Meydanı vardır. Ben de bu meydandan çok kez geçtiğim halde meydandaki küçük timsah heykeline dikkat etmemiş dolayısıyla neyi ifade ettiğini daha önce hiç sorgulamamıştım. Ta ki bu küçük timsah heykeline dikkat edene ve üzerinde durduğu mermer bloktaki yazılanları okuyana dek.

Mermer blokta şunlar yazıyor;
"Pontos'un ağzında Megara'lılar tarafından tarafından kurulmuş olan Khalkedon ve bir köy olan Khrysopolis ve Khalkedon'lar Tapınağı bulunur; ve denizden biraz içeride içinde küçük timsahların beslendiği bir pınar vardır.
Coğrafya Anadolu Kitap XII
Strabon M.Ö. 63 - M.S. 21 "

Resim 1. Kadıköy Mühürdar Meydanı'nda bulunan timsah heykeli ve
Strabon'un Coğrafyası'ndan yapılan alıntının yazıldığı mermer blok
Bu satırları okuyup altındaki Strabon ismini de görünce insan ister istemez kimdir bu satırların sahibi ve neyi anlatıyor diye merak ediyor. İnternet üzeriden biraz sorgulayınca, bana bu kadar yabancı olan ismin aslında coğrafya ve tarih bilimi için çok önemli bir bilim insanı olduğu anlaşılıyor.

Resim 2.



Mermer üzerindeki yazı, piyasada halen basımı bulunan "Antik Anadolu Coğrafyası Kitap:XII-XIII-XIV - Strabon-Geographika" isimli yayından alıntılanmış. Kitap, Arkeoloji Sanat Yayınları'ndan
çıkmış. Prof. Adnan Pekman tarafından Grekçe aslından ve yabancı dillerdeki çevirileri de göz önünde tutularak Türkçe'ye çevrilmiş. Sanıyorum ki ülkemizin tarihi coğrafyasını ve arkeolojisini incelerken başvurulan antik kaynakların başında Strabon'un bu eseri geliyor. Kitap girişinde Strabon hakkında genel bir bilgi ile birlikte günümüze ulaşan antik kaynaklardan özellikle Anadolu ve Trakya ile ilgili olanlardan bahsediliyor. İncelemeye değer bir liste gerçekten. Bu kaynaklar arasında hemen kitabın girişinde bir parçasını verdikleri Genç Plinius'un Bithynia Valisi'yken Anadolu'dan Roma'ya, İmparator Traianus'a yazdığı mektuplardan birisi de var (X,98). Diğerlerinde olduğu gibi imparatorun, Plinius'un bu mektubuna verdiği cevap da (X,99) bulunuyor. Bana çok ilgi çekici geldiği için bu mektup ve cevabını buraya da yazmak istedim.

Genç Plinius'un talebi;
"Amastris'in (çok iyi planlanmış ve bakımlı bir kent) başlıca özelliklerinden biri çok güzel, uzun bir caddedir. Bu cadde boyunca adına dere denilen, ancak berbat bir lağımdan farksız olan bir su akmaktadır. Görünüşü ne kadar kötüyse, yaydığı kokular da o kadar sağlığa zararlıdır. Halk sağlığı kadar şehrin güzelliği de bu suyun üzerinin kapatılmasını gerektirmektedir; ve izniniz olursa, bu iş yapılacaktır. Bu kadar önemli bir işte, para sıkıntısının çekilmeyeceğini görüyorum."

İmparator'un cevabı;
"Amastris kentinin sağlığına zarar verecek bu suyun örtülmesi için her türlü neden mevcut, Sevgili Plinius. Her zamanki becerikliliğinizle bu işin yapılması için gerekli parayı sağlayacağınızdan eminim".

2000 sene öncesinden gelen bu mektup hayret uyandırıyor gerçekten. Bugünün Amasra'sı ile ilgili bu konuda Genç Plinius ne yaptı acaba? İmparator hem para göndermedi hem de işin yapılmasını gayet diplomatik ifade etti :). En azından bu mektubun sonunda ne olduğunu bu kitapta görme şansınız bulunuyor.


Resim 3. Bir 16. yy gravüründe Strabon-
Coğfaryacı, Filozof, Tarihci
Strabon, M.Ö. 64 veya 63 yıllarında Pontos'ta Amaseia ( bugünkü Amasya şehrimiz) kentinde doğmuş. Varlıklı bir aileden olduğu için iyi bir öğrenim görebilmiş ve istediği kadar gezmek olanağına sahip olmuş. Eğitiminin bir kısmını da Roma'da almış ve buraya Korint üzerinden geçmiş. Aslında gezilerine bir anlamda böylece başlamış olmuş.  M.Ö. 44 yılında Roma'ya yaptığı ilk geziden sonra birçok kereler buraya gitmiş. Mısır, Etiyopya ve daha başka ülkeleri de gezmiş olan Strabon'un yaşamının son yıllarını olasılıkla doğum yeri olan Amasya'da geçirdiği ve M.S. 21 yılında burada öldüğü kabul ediliyor ( İnsan dönüp dolaşıp ait olduğu topraklara dönüyor gibi :) )

Strabon'un 17 kitaptan oluşan Geographika'sı günümüze bütünüyle ulaşabilmiş ve bilinen en eski basımı 1472 'de Venedik'te basılmış. Strabon, bu eserinde, batıda Atlas okyanusu, doğuda Indos Irmağı'yla (İndus Nehri, Pakistan) sınırlanan bütün Eski Çağ dünyasının coğrafyası üzerine bilgiler veriyor.  Strabon'un yaptığı geziler arasında bugünün Kadıköy'üde bulunuyor. Kadıköy ile ilgili verdiği mermer blok üzerindeki bu detay için her ne kadar daha sonra çeviri hatası denilip üzerinde tartışmalar yaşansa da ( doğrusu timsah değilde kertenkele olmalıymış) Kadıköy Belediyesi'nin yazı ile birlikte timsah heykelini oraya koyabilmesi çok güzel bir hareket olmuş. Bana göre bu biraz da tarih bilgisinin ötesinde bulunduğu coğrafyanın her şeyini sahiplenebilme anlamını da taşıyor. Örnek olarak Konstantinopolis şehrinin kurucusu İmparator Konstantin'in bir dönem askeri görevi icabıyla bulunduğu İngiltere York'da ve Sırbistan Niş'te bulunan heykelleri bunun bir kanıtı olarak verilebilir. Henüz böyle bir heykel için memleket ortamı müsait olmasa dahi (varlığı çok kalıcı olmayacaktır) Kadıköy Belediyesi'nin Strabon'u bilip bu küçük timsah heykelini oraya koyabilmesi takdire şayan bir örnek. Umarım bu örnekler çoğalır.

Strabon'un Coğrafya'sına dönecek olursak özellikle Anadolu topraklarından bahsettiği sadece XII,XIII ve XIV. kitapları ilk defa 1987 yılında Türkçe'ye çevrilmiş. Diğer ciltlerinin akademik çalışmalarda kullanıldığını anlıyorum ama çevirisi henüz yapılmamış. Batı dünyasının bu çevirileri 600 yıl öncesinden yaptığını düşünürsek bu işlere olan ilgimiz ve dünyayı ne kadar uzaktan takip ettiğimiz anlaşılabilir.


Resim 4.  Kolomb rotaları
Yeni dünyanın 1492 yılında Cenova'lı kaşif Cristof Kolomb tarafından keşfedilmesinin Strabon'un kitabının ilk basımından sadece 20 yıl sonra olması bana pek tesadüf gibi gelmiyor. Demek ki Avrupalı kaşifler o sıralarda dünyayı anlamaya çalışıyorlar ve ellerindeki tüm kaynakları kullanıyorlar. Peki bu kaşifler uçsuz bucaksız denizlerde bir kara parçasının varlığına inanıyorlar mıydı?
Okyanusun ötesinde kayıp bir kıta olduğuna dair efsaneler antik çağlardan beri anlatılıyormuş aslında. Bunlardan en ünlüsü ilk defa Platon'un bahsettiği Atlantis adasına dair anlatılan efsaneymiş. Platon, efsanede Atlantis'in doğal afetler sonucunda bir gecede okyanusun sularına gömüldüğünü anlatıyor. Atlantis adasının eski çağlarda Herkül sütunları olarak adlandırılan bugünkü Cebelitarık Boğazı'nın ötesinde, okyanusun ortasında olduğuna inanılıyormuş. Strabon'da Atlantis'in varlığına inanan antik çağ filozoflarından birisiymiş. Kolomb'un seferlerine bakıldığında tam da Cebelitarık Boğazı karşısında yapıldığı görülebilir. Rotaların sebebinin kesinlikle bu efsane olduğunu iddia etmek biraz eksik olur sanıyorum :). O zamanlar her ne kadar uygulamada pek başarılı olunamamışsa da sürekli batıya doğru gidilmesiyle Hindistan'a varılacağı biliniyormuş. Ek olarak Kolomb'a destek veren ülkeler bu civardalar. Akıntılar, rüzgarlar, eldeki haritaların söyledikleri. Muhtemelen bunların hepsi yeni dünyaya giden ilk rotaların oluşmasında etkendir.

Resim 5. Coğrafya kitabının 1620 basımı
Strabon, kitaplarında bize Eski Çağ'daki Anadolu'nun yalnızca coğrafyası üzerine değil her bölgeyi anlatırken oranın tarihçesinden de söz ediyor ve adeta övünerek çok gezdiğinden bahsediyor. Gezip gördüğü yerleri şöyle sıralıyor; Doğuda Armenia'ya, batıda Sardinia karşısındaki Tyrrhenia kıyılarına ve kuzeyde Eukseninoas'a (Karadeniz), güneyde Aithiopia'ya kadar. Strabon bu sözlerine ek olarak, coğrafyacılar arasında kendisinin çizmiş olduğu sınırları aşarak, daha fazla gezmiş bir kimsenin bulunamayacağını yazıyor. Strabon'un bütün bu iddialarına karşın büyük bir gezgin olduğu söylenebilir mi emin değilim. Çünkü İtalya gezilerinde Brundisium-Roma, Roma-Neapolis-Puteoli ve Roma-Populonia yol boyunu izlediği ve her gelişinde Roma'da uzun süre oturmadığı anlaşılıyor. Yunanistan'da ise, Korinthos'tan başka bir yere, hatta garip görünmesine karşın Atina'ya dahi gitmemiş. Güneyde Aithiopia sınırına kadar Nil Vadisi'ni gezmiş, doğuda Komana Aureia'da kısa bir süre bulunmuş; Pyramos (Ceyhan) Irmağını, Hierapolis'i (Pamukkale), Nysa'yı (Sultanhisar) ve Ionia'da Ephesos'u(Selçuk) görmüş, Pontos Bölge'sini yakından tanımış; Sinope'ye (Sinop), Kyzikos'a (Erdek) ve Nikaia'yav(İznik) gitmiş; Kilikia ve Karia'da dolaşmış; Mylasa'ya (Milas), Alabanda'ya (Araphisar), Tralles'e(Aydın) ve olasılıkla Synnada'ya (Şuhut), Magnesia'ya (Manisa), Smyrna (İzmir), Eukseninos(Karadeniz) kıyılarına ve Suriye'de Berytos'a (Beyrut) kadar gitmiş.

Strabon muazzam miktardaki coğrafi bilgiyi bir araya getirmek için geniş çapta seyahat ettiğini söylüyor. Bununla birlikte kabul edilen bu bilgilerin çoğunu şimdi kaybedilen ( İskenderiye Kütüphanesi, Strabon Mısır'a gittiğinde henüz yanmamıştı) birçok eski metinlere erişim sağladığı İskenderiye'deki büyük kütüphanede derlemiş olması gerekir. Zaten kendisi de kitabında sık sık seleflerinin ismini anar.

Resim 6.  Strabon'a göre dünya haritası
Resim 7.  Strabon'a göre dünya haritası


Özellikle kendisinin gezdiği bölgelerde haritaların doğruluğunun nedeninin kendi güncel gözlemlerinin sonucu olduğunu sanıyorum. Mesela Nil Vadisini Etyopya sınırına kadar gezdiğini söylüyor "Resim 8" de de görüleceği üzere Nil'in güzergahı oldukça doğru biçimde resmedilmiş. Ancak Etyopya güneyinde kalan kısımlar çizilmemiş. Muhtemelen Strabon daha aşağılara inememiştir.
Benzer bir bölge olarak Karadeniz'in kuzeyini ve Caspian Denizi'ni (Hazar Denizi) gösterebiliriz. Strabon kitabında açıkladığı üzere Karadeniz'in kuzeyini dolaşmış ve gayet detaylı açıklamalarda bulunmuş bu bölgeler için. Bu nedenle Karadeniz civarının haritalamasının da kendi gözlemlerine dayanarak öncellerinden daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum.Yakın bir bölge olduğu halde Caspian Denizi civarına gittiğinden bahsetmiyor. Kendisinin bizzat dolaşmadığı ve muhtemelen öncellerinden yararlanarak çizdiği Hazar Denizi ve civarı Nil Vadisi kadar doğru görünmüyor. Strabon,  "Resim 9" da açıkça görüldüğü üzere Hazar Denizi'ni hem lokasyon olarak epey yanlış konumlandırmış hem de bu gölü sanki açık denizlere bağlantısı varmış gibi göstermiş.

Resim 8. Strabon'a göre Nil Nehri ve günümüz

Resim 9. Strabon'a göre Caspian Sea (Hazar Denizi) ve günümüz
Tüm bunlara rağmen o zamanın bilinen dünyasını anlamaya çalışmak ve herhangi bir teknolojinden yararlanmadan bu kadar geniş bir coğrafyayı haritalayabilmek çok büyük bir başarı.

..................

Tüm uygarlıklar, insanın var oluşu ile birlikte tarihöncesi çağlardan beri meydana gelen kültür birikimleri ve etkileşimleri sonucunda doğmuş. Anadolu uygarlıkları, günümüzden tarihöncesinin en eski evrelerine kadar uzanan bir geçmişe sahip. Üzerinde bin yıldan beri yaşadığımız bu toprakların tarihöncesi çağından günümüze kadar gelen kültür mirasının tümüne başkalarından önce sahip çıkmamız en doğal hakkımız ve bana göre görevimiz.  Toplumun tüm kesimlerinde bu duyarlılığı sağlıyamadıktan sonra da günümüze ulaşan varlıkların korunması, geleceğe aktarılması mümkün olmayacak. Ancak bunu ne kadar içselleştirdiğimiz tartışma götürür. İstanbul surlarının yıkılmasını isteyen siyasetçi ve yerel yönetimde görevli olan bazı yöneticilerin varlığı veya daha birkaç yıl öncesine kadar üniversitelerimizde bir Bizans veya Roma kürsüsünün olmaması bunun sadece açık bir kanıtı olabilir. Uygarlıkları dönemlere ayırarak bunların sadece bazılarını kabullenip diğerlerini görmezlikten gelmek de olanaksız. Bu nedenle Anadolu'nun kültürü ve tarihi ele alındığında, en eski çağlardan başlamak bu incelemenin temel taşlarını oluşturmak gerekiyor. Aksi durumda bir şeylerin eksik kalacağı çok açık. En basit haliyle ben Strabon'un bu kitabında geçen ve hemen kolaylıkla tanıyabildiğim aşağıdaki yer isimlerini tespit edebildim. Halen kullandığımız birçok yer isminin 2000 yıl önce yazılan bir kitapta yer alması ilginç geliyor gerçekten. Sadece bu sebep bile önceki uygarlıkları anlamamızı gerekli kılıyor.


. Mylasa (Milas)
. Euphrates (Fırat)
. Melitene (Malatya)
. Argaios Dağı (Erciyes Dağı)
. Mazaka (Kayseri)- Roma çağında Kaisera
. Makedonia (Makedonya)- Trakya, Epeiras ve Hellas'la çevrilmiş ülke
. Maiandros (Menderes)
. Lemnos (Limni)
. Amastris (Amastra)
. Anemurion (Anamur)
. Kreta (Girit)
. Kotiaeion (Kütahya)
. Kıbrıs (Kıbrıs)
. Mısır (Mısır)
. Troia (Troya)
. Zeugma (Zeugma)
. Trapezus ( Trabzon)
. Trakya (Trakya)
. Sangarios (Sakarya)
. Tauros (Toros)
. Kappadokia (Kapadokya)
. Tarsos (Tarsus)
. Syria (Suriye)
. Magnesia (Manisa)
. Sinope (Sinop)
. Seleukia (Silifke)
. Samasota (Samsat)
. Rhodos (Rodos)
. Prusa (Bursa)
. Amessia (Amasya)
. Phainikos (Fenike)
. Olgassys (Ilgaz)
. Kallipolis ( Gelibolu)
. Ikonion (Konya)


KİTAPTAN BAZI ALINTILAR

***
Kaynağı ovanın ortasında bulunan ve gidiş gelişe açık olan Pyramos Irmağı (Ceyhan Nehri) Kataonia'yı baştan başa geçer. Toprakta önemli bir çukur vardır ve burada suyun yer altında gizli bir geçide aktığı görülür.
Irmağın yatağı tamamen kayadır ve ortasında derin; fakat çok dar bir yarık bulunur. Bu yarık ırmağın kanalıdır ve ağzına kadar doludur. Dağlardan geçerken kısmne Kataonia'dan kısmen de Kilikia Ovaları'ndan denize pek çok mil getirir. Hatta bu konuda bir kehanet de vardır. Buna göre; "Geleceğin insanları gümüş girdaplı Pyramos'un kutsal kıyılarını mille dolduracağını ve Kıbrıs'a ulaşacağını göreceklerdir". Gerçekten buna benzer bir şey Mısır'da olmaktadır. Nil'in getirdiği miller denizi kuru toprak haline sokmaktadır. Buna dayanarak Heredotos Mısır için "Nil'in armağanı" demektedir. Halbuki Homeros Pharos'tan "açık denizde" diye söz etmektedir. Çünkü eski zamanlarda burası bugünkü gibi Mısır Topraklarına bağlı değildi.

***
Bu son ülkede, Pontos'un ağzında Megara'lılar tarafından kurulmuş olan Khalkedon ve bir köy olan Khrysopolis ve Khalkedon'lar Tapınağı bulunur; ve denizden biraz içeride içinde küçük timsahların beslendiği bir pınar vardır. Khalkedon kıyısını izleyerek Propontis'in (Marmara Denizi) bir parçası olan Astakenos Körfezi'ne gelinir. Bu körfezde bulunan Nikomedeia, Bithynia krallarından birisi tarafından kurulmuş ve ismini ondan almıştır.

***
Gerçekten, toprak gevrek, kolay ufalanabilen cinstendi, aynı zamanda tuzlarla dolu olup kolay yanabilirdi ve belki de bu nedenlerden ırmağın akıntısı, sık sık yönünü değiştirdiğinden, Maiandros kıvrılarak akmaktadır. Irmak aşağılara çeşitli zamanlarda, kıyının çeşitli kısımlarına alüvyon yığmakla beraber, sel toprağının bir kısmını da açık denize sürükler. Gerçekte, kırk stadion uzunluğundaki sel toprağı yığınları evvelce deniz kıyısında olan Priene'yi bir iç kent yapmıştır.

***

"Strabon'un bahsettiği Priene hakkında biraz bahsetmekte fayda var. Ben yıllar önce bu antik yunan şehrini ziyaret ettiğimde gerek şehir planı gerek mimarisi gerekse şehri koruyan surlara hayran kalmıştım. Yalnız anlamadığım nokta şehrin güvenlik nedeniyle dağın eteğinde olması sebebiyle zaten sıkıntılı olan ulaşımının neden denizden de bu kadar uzak oluşuydu :). Aslında şehir ilk kurulduğunda deniz kenarında olduğu halde Menderes nehrinin taşıdığı toprakla içeride kalmış olmasıymış. Gerçektende şehirden tepe aşağı baktığınızda önünüzde uzanan devasa bir ova görürsünüz. Priene ile ilgili aşağıdaki haritayı (Resim 12) dikkatlice incelerseniz deniz sınırının ilk zamanlarda ne kadar içeride olduğu ve dolayısıyla Priene şehrinin de denize sahili olduğu görülebilir.
 Strabon şehirden bahsederken denizin uzaklığını 40 stadion olarak söylüyor. Bu mesafe yaklaşık   olarak 7,5 km ediyor. (1 stadion yaklaşık 185 m).

Resim 10. Priene Antik Şehri ve Menderes Nehri Ovası. Lade (Batmaz) tepesi daha önce ada iken nehrin
denizi doldurması neticesinde ana karaya birleşmiştir.


Resim 11.  Şimdi ova içinde kalmış ancak daha öncesinde ada olan Lade Tepesi


Resim 12. Priene antik şehri ve Menderes nehrinin zamanla doldurduğu deniz. 


Resim 13. Priene şehrinden Menderes Ovası'na bakış. Bir zamanlar bu görüntüde deniz bulunuyordu.



Strabonis,  Tüm kitaplar;
http://fondosdigitales.us.es/fondos/libros/3598/493/strabonis-rerum-geographicarum-libri-septemdecim/




2 yorum:

  1. Numan Bey;Size çok teşekkür ediyorum,bende mühendisim,incelemelerinizde bir mühendisin matematiksel yaklaşımı çok açık.Hipodrom hakkında sayenizde çok detaylara vakıf oldum.Yazılarınıza lütfen devam süper makaleler sağolun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Reyhan Bey. Beğendiğinize sevindim. Bir süredir maalesef yazamıyorum ve bu beni rahatsız ediyor. Bakalım, inşallah tekrar başlayacağım. Umarım siz de birikimlerinizi bir blog ile olabilir bir gün bizlerle paylaşırsınız. Selamlar.

      Sil