5 Ekim 2017 Perşembe

Bir gravürün söyledikleri...


Kentleri anlamanın bir yolu da haritalardır. Haritalar içinde bulunduğumuz coğrafyayı anlamak için gereklidir ve yüzyıllar öncesinden geçmişi günümüze taşırlar. Bazen o kadar etkileyicidirler ki tıpkı kentin sokaklarında dolaşıyormuşcasına haritanın ayrıntılarında kaybolursunuz yahud oralarda gizli kalmış hayret verici ayrıntılarla karşılaşırsınız.
Belki de dünyanın hiç bir kenti seyyahlar veya haritacılar için İstanbul kadar ilgi çekici olmamıştır. Onlarca seyyah, haritacı, mühendis 15. yüzyıldan itibaren şehrin yüzlerce gravürünü haritasını çıkarmışlardır.
Konstantinopolis'i anlatan harita veya gravürlerden bahsetmeye Boundelmonte ile başlamak gerekir.
Boundelmonte ile Hartman Schedel'in perspektif planları Konstantinopolis'in en erken tarihli görünümlü olmalarının yanısıra kentin Latin işgali sonrası ve Türkler tarafından fethedilmesinin hemen öncesini yansıtan önemli belgelerdir. Çeşitli kaynaklarda, bu haritaların hayali görünümler içerdiğine dair yorumlara rastlanır.
Buondelmonte tarafından çizilen harita, Konstantinopolis için önemli bir belgedir. Çünkü Buondelmonte, "çok talihsiz bir kent" olarak tanımladığı Konstantinopolis'e gelip gördüklerini çizmiş olduğu için birincil kaynak sıfatını taşır. Boundelmonte dışında, çeşitli nedenlerle Konstantinopolis'e gelenler arasında Rosaccino, Dapper, Deshayes, Pococke, Porcacchi, banduri, kauffer de bulunmaktadır. Hartman Schedel'in görünümü, toplama bilgilerle çizilmiş bir örnek olmasına karşın aynı dönemlerde kente gelen gezginlerin yapmış oldukları tanımlamalarla paralellik gösterir. Bu bakımdan bu haritaların ve benzerlerinin kentin genel görünümünü yansıtıyor olma özellikleriyle değerlendirilmeleri gerekir. Anıtsal yapılar dışında kalan sıradan yapılaşmaların genel bir ifade olması beklenir ki Panvinio çiziminde olan ve Hipodrom içinde gösterilen yapılaşmalar buna örnek verilebilir. Ayrıca dönemin teknik olanakları göz önünde tutulmalıdır. Özellikle belli bir açıyla kuş bakışı çizimlerin teknik anlamda gerçekten o dönemde gerçekleştirilme şansı bulunmuyordu. Her ne şekilde olursa olsun, genel anlamda kente dair bir bilgi vermektedirler. Yıkıcı ve yağmalayıcı Latin İşgali sonrasında kentin kendini bir türlü toparlayamamış olması bu görüntülerden anlaşılmaktadır.



Buondelmonte Konstantinopolis gravürü


Ancak benim bu yazıda bahsetmek istediğim, tüm bu harita ve gravürler içinde en çok beğendiğim Onofrio Panvinio'ya (1529-1568) ait bir gravürdür.
1529 yılında İtalya’nın Verona kentinde doğan tarihçi ve antika meraklısı İtalyan Onofrio Panvinio, 16.yy İstanbul’unun hipodrom bölgesini gösteren gravürü ile şehrin aynı bölgesinin günümüz ile kıyaslanabilmesi açısından önemli bir çalışmayı ortaya koymuş.

Onofrio Panvinio Gravürü. Hipodrom ve çevresi (1491)

Panvinio, "De ludis circensibus" isimli kitabında bu gravürü yayınlıyor. Kitap latince yazılmış ve bırakın Türkçe'sini İngilizce çevirisini bile bulamadım malesef. Halbuki şehir hakkında ana kaynaklar olan bu kitaplar neden Türkçe'ye çevrilmez onuda hiç anlamam. Bu durum kentin tarihine ne kadar önem verildiğinin de bir göstergesi bence. Bu konuda söylenebilecek çok şey var aslında! Mesela neden Roma başkenti olmuş bu şehirde da bir roma müzesi yoktur ? Veya şehrin kurucusu, bir heykelinin şehrin ana güzergahlarından veya meydanlarından birinde olmasını hak etmiyor mu? Birer yıkıntı ve çöplük haline gelmiş surlar neden adam gibi bir restorasyona alınmaz? Geçmişte var olmuş ve halen varlığını sürdüren meydanlar veya en azından bir kısmı aslını hatırlatabilecek şekilde düzenlenemez mi?.... Şehirde yaşayanlar dahil olmak üzere yönetenleri de düşündükçe imkansız gibi geliyor bana.

Konumuza dönecek olursak; Panvinio kitabını latince yazmış, google çevirinin yardımıyla kitap isminin "spor arenaları" olduğunu anlıyorum. Zaten kitapta antik çağın hipodromları mevcut hep. Bu nedenle olacaktır ki Panvinio'nun özellikle Konstantinopol hipodromunu ve çevresini resmettiği anlaşılıyor.






Panvinio, gravürünü diğer çizimlerinde olduğu gibi yukarıdan ve sanki Üsküdar tarafından bakıyormuşcasına çizmiş. Gravürde ana hatlarıyla hipodrom ve çevresi ile Mese Yolu resmedilmiş. Bazı kaynaklarda gravürün, Panvinio tarafından İstanbul'un Türkler tarafından alınmasından hemen öncesine ait bir 15.yy çizimine dayanılarak yapıldığı söyleniyor. Ancak net bir tarih verilmiyor.
Net bir tarih çıkarılmasada benim anlayabildiğim kadarıyla çizim 1491 yılından sonra yapılmış. Aşağıda solda hipodromun yerleşimi ve mese yolu görülebilir. Gravürde, Hipodromun araba çıkışları olan carceras (2) ve mese yolu arasında bir takım yapılaşmalar görülebilir. Şu an bu bölgede geçmişten gelen sadece bir yapı mevcuttur oda Firuzağa Camisi'dir (1). Panvinio çiziminde carcerasın biraz yukarısında da olsa tek şerefeli, tek minareli ve 3 revaklı bir cami net olarak görülebiliyor. Bölgede bu tanımlamaya uygun sadece Firuzağa Cami mevcut. Ancak Firuzağa Cami ile büyük benzerlikler gösteren bu yapının Panvinio çizimine göre arka plandan gözükmesi gerekirken ön yüzü resmedilmiş. İlk başta şaşırtıcı gelse de buradaki amaç cephedeki mimariyi vermek büyük olasılıkla. Bu o zamanlar uygulanan bir yöntem olsa gerek. Çünkü aynı çizim şekline Matrakçı Nasuh'un İstanbul minyatüründe de rastlanır. Matrakçı bu minyatüründe İbrahim Paşa sarayına arkadan baktığı halde mimarisini gösterebilmek maksadıyla ön yüzü çizmiştir.





Buradan çıkarabileceğimiz sonuç çizimin yapıldığı sırada Firuzağa Camisi'nin (1) var olduğu ve 1491 yılı sonrasında çizilmiş olması gerektiğidir.


1-Firuzağa Cami, 2-Carceras, 3-Obeliks, 4-?, 5-Örme Sütun, 6-Nea Ekklesia Kilisesi, 7-Iustinianos Anıtı, 8-Sphendon

İki kanat duvarı yıkılmış olan yapının "caerceras"(2) kısmı gravürde ayakta olmakla birlikte bugün bu kısımdan eser yoktur. Gravürde,bugün gördüğümüzden çok daha fazla sayıda anıt, hipodromun ortasında yükselmekte ancak anıtların üzerinde yükseldiği "spina" duvarı görülmemektedir. Bu da zeminin o günlerde dahi bir miktar dolduğunu göstermektedir. Bugün meydandaki orjinal zemin yaklaşık 3 metre daha aşağıdadır.


Reconsruction of spina by Jonathan Bardill

Spina üzerinde günümüze ulaşan 3 adet anıt olmasına rağmen hipodromun spinası üzerinde irili ufaklı çok sayıda anıtın var olduğu biliniyor. Bu anıtlardan günümüze ulaşan Dikilitaş (1), Örme Sütun gravür üzerinde çok net ayırt edilebilse dahi yılanlı sütunu görmek mümkün değil. Diğerlerine göre boyut olarak küçük olmasından kaynaklı Panvinio bu ayrıntıyı vermemiş olabilir. Fetihten sonra 1584'te yazıldığı tahmin edilen Hünername adlı eserdeki minyatürlerde yılanlı sütunun 3 kafasınında yerinde sağlam vaziyette durduğu görülebiliyor. Yine bu eserde Fatih Sultan Mehmed'in fetihten sonra kargısıyla yılanlardan birinin çenesini kırdığı belirtiliyor. Aynı eserde, Ayasofya patriğinin padişaha ''sütunun şehri yılanlardan, haşarelerden ve belalardan'' koruduğunu söyledikten sonra, padişahın yılanlı sütunu yıktırmaktan vazgeçtiği anlatılıyor.

Minyatürde Fatih Sultan Mehmed, fetihten sonra kargısını yılanlardan birine fırlatıyor.

1848'de şans eseri Ayasofya çevresinde bulunan ve günümüzde Arkeoloji Müzesinde
sergilenen kayıp yılan başlarından birinin üst çenesi


1520 tarihli bir başka gravürde ise (ilk yapılış tarihi1480-1490 yılları olmalıdır) ise Vavassore, yine sphendone kısmı ayakta durur şekilde hipodromun iki kanadını yıkık göstermektedir.
Vavassore çizimlerin bir nevi yeniden elden geçirilerek oluşturulmuş Hartman Sechdel kroniğinde (1490) yer alan bir gravürde de deniz tarafından bakılan kentin sol tarafında yarım daire biçiminde sıralanmış sütunlarıyla sphendone ve merkezindeki iki anıt gösterilmiştir. Bu gravürde bir diğer önemli anıt da at üzerinde bulunan Iustinianos heykelidir. Panvinio gravüründe 7 numara ile işaretlediğim anıt bu olmalıdır. Yalnız burada bir fark vardır. Panvinio gravüründe anıt üzerinde at
üzerindeki Iustinianos görülmemektedir. Vavassore den Panvinio ya kadar geçen süre içinde yıkılmış olmalıdır.
Hartman Sechdel kroniğinden

1-Ayasofya, 2-Iustinianos anıtı, 3-Zeukszippos hamamı, 4-Dikilitaş Obeliks, 5-Örme sütun,
6-Sphendon, 7-Nea Egglesia(Güngörmez klisesi)


Bölge ile ilgili çok fazla detay barındırsa da bu gravür aslında Güngörmez yani Nea Egglesia Kilisesinin 1489 yılındaki bir fırtınada yıldırım düşmesi sonucu infilak etmesini konu alır.

Panvinio gravüründe en çok merakımı uyandıran yapılardan biriside 6 numaralı kilise formundaki yapıydı. Bu lokasyon hemen büyük sarayın (şimdi Sultan Ahmet Cami) arkasına doğru düşen bir bölge ve günümüzde bu civarda böyle bir yapı bulunmuyor. Benim izlenimim Türklerin fetih sonrasında Bizans'tan kalan ibadet yerlerini yıkmadığı (bildiğim bir örnek Havairiun Kilisesi dışında) ancak başka amaçlar için kullandıkları (cami, depo gibi) yönünde. Bu nedenle yapının günümüze ulaşmayışı ilginç geldi. Zaten hikayesi de ilginçmiş. Belki de isminden de (güngörmez) bir yaklaşım çıkarılabilir.



Bu yapıyı aynı zamanda 1520 tarihli Vavassore gravüründe de görmek mümkün. Zar zor okunsada sanatçı gravür üzerie "S. Luca Evangelista" notunu düşmüş
Fethin hemen arkasından Güngörmez Kilisesi İstanbul'un Atmeydanı civarındaki ilk baruthanesi olarak kullanılıyormuş. 1489-90 yılında çok şiddetli bir kasırgadan sonra yağan yağmur sırasında düşen yıldırımlardan biri Güngörmez Kilisesi’ne isabet etmiş ve çıkan yangın sonunda bina patladığı gibi pek çok insan ölmüş, çevredeki dört mahalle harabe haline gelmiş. Bu tayfun Batı’da da duyulmuş ve Hartmann Schedel’in kaleme aldığı Dünya Tarihi’nde yayımlanmış.


Yine Panvinio gravürüne dönersek 8 numara ile işaretlediğim bölüm hipodromun sphendon kısmıdır.

Spehendon 2017

Hipodromun inşası sırasında alanın güneybatı bölümü, bu noktada oldukça eğimli bir araziye sahipti ve araziyi düzeltmek üzere her biri ayrı ayrı tonozlarla örtülü 25 adet hücreden oluşan büyük bir altyapı kullanılmış. Hipodromun güney ucunu oluşturan bu yükseltilmiş bölümüne "Sphendon" adı veriliyor. 19. yüzyılda Sphendonun üstüne şimdi "Endüstri Meslek Lisesi" olan okul yapılmış (soldaki resim). Diğer tarafta ise daha eskiden bir hamam ve bir haddehane de inşa edilmiş.

Panvinio nun gravüründe (8 ) sphendon üzerinde sütunların bir çoğunun hala ayakta olduğu görülüyor . Vavassore gravüründe de var olduğu görülen bu sütunların başka kaynaklarda da varlığını görmek mümkündür. Yukarıda bahsettiğim gibi şehre gelen seyyahlardan biriside Pieter Coecke van Aelst dir. Seyyah, şehre 1533'te gelir ve aşağıdaki gravürde dahil olmak üzere 7 adet çizim yapar. Bu gravürlerin birisinde de Kanuni Sultan Süleyman'ın bir geçit töreni resmedilmiştir. Sağ üst köşede Spehendon üzüerindeki sütunlar görülebilmektedir.. Hemen yanında ise yerinde duran 3 yılan başıyla yılanlı sütun görülüyor.

 Pieter Coecke van Aelst gravürü 1533


16. yüzyılda kenti gezmeye gelen diğer bir seyyah olan Petrus Gyllius 1544-47 yılları arasında gördüklerini 1561 yılında kaleme aldığı kitabında son derece detaylı olarak çizmiş ve kentin yapıları hakkında bilgiler vermiş. Sphendon'un akıbeti hakkında bir şeyler çıkarabilmek mümkün buradan.

***
Petrus Gyllius'un anlattıkları;
"Hipodromun ortasında, diklitaşların sırasında yedi sütun daha yer alır. Bunlardan Arabistan mermerinden yapılmış olanının çevresi 17 ayak ve 8 parmaktır. Sütunun üstünde İbrahim Paşa'nın (Pargalı veya Makbul veya en son haliyle Makdul İbrahim Paşa ) Macaristan'dan ganimet olarak getirdiği tunçtan yapılmış bir Herakles heykeli yer alıyordu ( yazının sonunda bahsedeceğim), ancak canavarları evcilleştirmek için, yaşadığı sürece dünyayı dolaşmakla kalmayıp, öldükten sonra da oraya buraya taşınan ve çok kez ölümden dönen Herakles sonunda tepetaklak yere yıkıldı, heykellerin ve Vitrivius sanatının şiddetli düşmanı olan Türkler tarafından parçalara ayrıldı; Türkler hayali bir 13. mücadelesinde Herakles'i yendiler... ( Petrus bayağı içerlemiş buna)"
"Hipodromun Marmara'ya bakan cephesinde, İstanbul'a geldiğim zaman yedi beyaz mermer sütun, spiraları , başlıkları ve epistylionlarıyla duruyordu. Bunlar hipodromun güneybatı tarafını kuşatacak şekilde sıralanmıştı... Sütunlar şimdi gövdeleri, başlıkları ve kaideleriyle birlikte yerde yatıyorlar. Sultan Süleyman'ın kervansarayının yapımında kullanılmak üzere kısa bir süre önce yıkıldılar... Hipodromda yer alan sonsuz sayıdaki yumruk dövüşçüsü, güreşçi, araba yarışçısı heykellerini tek tek anlatmam mümkün değildir..."
****
Sultanın o zamanlar bölgedeki tek inşaatı Süleymaniye Camisi idi. Böylece sütunların nasıl yok olduğu ve nerede kullanılmış olduğu ortaya çıkıyor. Panvinio gravüründen yaklaşık 60 yıl, fetihten ise 100 yıl sonra sphendon sütunları ortan kalkmış oluyor.

Son olarakta atmeydanı hakkında aynı dönemlerin çizimlerinden olan Matrakçı Nasuh'un minyatüründen bahsetmek yerinde olacaktır.

Matrakçı Nasuh İstanbul minyatürü 1530 lar


1-Sphendon, 2-Örme sütun, 3-Yılanlı sütun, 4-Dikilitaş Obeliks, 5-İbrahim Paşa Sarayı, 6-Zeukszippos Hamamı,
7-Iustinianos anıtı, 8-Ayasofya

Matrakçı Nasuh bu minyatürü 1530 larda çizmiş yani Panvinio gravüründen sonra bir tarih oluyor. Bunu şunu için belirtiyorum. İki gravür arasında çelişkili noktalar mevcut. Mesela Matrakçı'nın minyatüründe yer alan İbrahim Paşa Sarayı ve Zeukszippos Hamamı Panvinio gravüründe yer almıyor. İbrahim Paşa Sarayı'nın yapım tarihi net olarak bilinmesede 1481-1512 yılları arasına tarihleniyor. Diyelim ki bir olasılık Panvinio gravürünün yapıldığı tarih olan 1491den sonra yapıldığını kabul edelim ve bu yapının Panvinio 'da olmayışını normal karşılayalım. Ama Zeukszippos Hamamı mutlaka olması gereken bir yapıydı.

Son olarakta Panvinio gravürü ile ilgili olmasa da (At Meydanı ile ilgili) çok kısa olarak Maktul İbrahim Paşa'nın heykellerinde bahsedelim.

Pargalı İbrahim Paşa’nın Mohaç Meydan Muharebesi sonrasında Budin’den İstanbul’a getirerek sarayına diktirdiği mitolojik heykeller çok konuşulur. Üç güzeller olarak anılan bu heykeller her ne kadar ilgi uyandırsa da bazı çevreler tarafından put olarak görülür ve hoş karşılanmaz. Heykellerin dikilmesinden birkaç yıl sonra dönemin ünlü şairlerinden Figânî’nin yazdığı iki mısralık şiir çok konuşulmuştur.

Dü İbrāhīm āmed be-deyr-i cihān
Yeki büt-şiken ü yeki büt-nişān

Figânî’nin şiirinde İbrahim Paşa, “Cihan tapınağına iki İbrahim geldi. Biri putları kırdı, diğeri putları dikti” sözleriyle put dikmekle suçlanmış. İbrahim Paşa bu duruma oldukça öfkelenmiş ve şairin cezalandırılmasını emretmiş. Figânî 1532 yılında idam edilmiş.

Paşanın sonu da bir müddet sonra pek parlak olmuyor ve Makbul olan lakabı Makdul'a dönüyor.

Hünername'den. İbrahim Paşa Sarayı önündeki heykel ve anıtlara tırmanmış canbazlar



 Pieter Coecke van Aelst gravürü 1533








Devamını Oku »