19 Şubat 2017 Pazar

Constantinopolis (1)


İstanbul'u anlatmaya daha doğrusu öğrenmeye çalışırken her biri anıtsal mimari yapı olan kalıntılar üzerinden gitmeye çalışmıştım. Hipodrom, Myrelaion Kilisesi veya şehre su taşıyan sistemler bunlardandı. Bu yazılarımda belirttiğim üzere bütünüyle belli bir mimari yapı özelinde çalıştığım için şehrin genel yapısı hakkında pek açıklayıcı malumat verme şansım olmadı ve bunun sıkıntısı hep hissettim. Yapılması gerekenin şehir hakkında genel bir bilgilendirmeden sonra alt parçalara geçmenin daha isabetli olacağına ve biraz geç de olsa Constantinopolis ile ilgili bu yazıyı hazırlamaya karar verdim. Bizim oralarda bir söz vardır: "Geç olsun ama güç olmasın" derler.
Bu önemli ve büyük bir geçmişi olan şehri bir yazıya sığdırmanın mümkün olmayacağı açık. Constantinopolis'te 1300 yıllık bir geçmişi olan Roma İmparatorluğu hakkında ( biz Türklerin sadece 550 yıldır geçmişi olduğu düşünülürse )  anlatılabilecek ne kadar çok şeyin olması gerektiği ortaya çıkar. Bu büyük geçmişe rağmen günümüz modern! İstanbul'unda maalesef  Roma'dan çok şey göremezsiniz. Ayasofya gibi bilindik birkaç büyük yapı haricinde kalan diğer yapıları seçebilmek için dikkatli gözlere, mimari bilgiye ve belki de daha çok bir hayal gücüne ihtiyaç vardır.
Dikkat çeken diğer bir nokta da ulaşmaya çalıştığınız neredeyse tüm kaynakların sahiplerinin yabancı oluşu ve yayın konusunda çeviriden öteye geçememiş olmamız. Bakiyesine sahip olduğumuz bu tarihi sahiplenememek veya "Bizans oyunu" ya da eski Türk filmlerindeki Kara Murat ile Malkoçoğlu'nun tek başlarına koca Bizans'ı darmadağın edip imparatorun kızlarıyla arkadaşlıklarından! öteye gitmeyen genel Bizans tarihi bilgimiz de beni şaşırtmaz.
Constantinopolis'ten bahsederken onun kurucusundan bahsetmemek kabul edilebilecek bir şey olmayacaktır. Diğer taraftan İstanbul'da şehrin kurucusunun neden bir heykeli olmadığını hala anlayabilmiş değilimdir. Yakın zaman önce İstanbul Ataköy'de bir AVM önüne konulan "KOSTANTİNİYYE" yazan heykeline gösterilen yüksek tahammül!, yapılacak bir Constantin heykelinin başına gelebilecekler hakkında bizlere fikir verebilir.  

İngiltere'de York'ta I. Konstantin'in bronz heykeli


Ataköy'deki A Plus AVM'nin önüne konulan "Konstantiniyye" yazısı gelen
tepkiler üzerine kaldırıldı.


Belki bir sonraki yazım büyük ve muzaffer komutan Constantinus belki de işin biraz da magazinel kısmına girip oğlu Crispus ve eşi Fausta hakkında olacak.


****

Licinius'a karşı kazandığı zaferi anmak için Constantinus Byzantion şehrini Constantinopolis, yani "Constantinus'un şehri" olarak yeniden kurdu. Ne yazık ki modern İstanbul'a gelen bir ziyaretçi Constantinus'un şehrinden çok az şey görür. Orijinal mimarinin büyük bir kısmı, ancak 30.000 kişinin şehrin hipodromunda Iustinianus tarafından öldürültülmesiyle bastırılabilmiş olan Nika Ayaklanması (MS 532) sırasında çıkan yangınlarda yok olmuştur. Hipodromun yuvarlak ucu (sphendone) dördüncü yüzyılın başındaki haliyle günümüze gelmiş olmakla birlikte, alt yapılarına erişmek istenirse suyla dolu tonozlarında gezmek için küçük bir kayığa ihtiyaç duyulacaktır. Etrafındaki çoğu yapı Iustinianus tarafından yeniden inşa edilmiştir. İmparatorun Kutsal Bilgelik'e* adanmış muazzam kubbeli kilisesi Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet'in 1453'te eklediği minarelerle birlikte halen ayaktadır. Kiliseye doğudan girildiğinde, yukarı bakınca Meryem'i çocuk İsa'yı tutarken gösteren bir geç 10. yüzyıl mozaiği fark edilir. Meryem'in sağında ona kiliseyi sunan genç görünümlü Iustiniaus, solunda ise surlarıyla temsil edilen şehri sunan muadilinden neredeyse farksız bir Constantinus bulunmaktadır.


Constantinus'un mozolesini içeren On iki Havari Kilisesi, Sultan Mehmet döneminde Ayasofya'ya göre daha talihsizdi. Antik şehrin merkezinden uzak olan yapı Nika Ayaklanması'nı  ( http://fitarihinden.blogspot.com.tr/2016/05/nika-ayaklanmas.html ) atlatmıştı ama Constantinopolis'in imparatorluk soyundan kurtulmaya kararlı Sultan Mehmet'i atlatamadı. Hıristiyan imparatorların lahitleri kaldırıldı ve yapı yerle bir edilerek şehrin yeni hükümdarının türbesinin de yer alacağı Fatih Külliyesi yapıldı. Constantinopolis'in son döneminde hayli bakımsız kalan ve kısmen harabeye dönen On İki Havari kilisesi, fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından Patrikhane'ye tahsis edildi. Ancak Patrikhane, kilisenin harap durumda, etrafının da ıssız olduğu gerekçesiyle kendilerine başka bir yer tahsis edilmesini istedi. Bunu üzerine kendilerine Theotokos Pammakaristos Kilisesi (sonradan Fethiye Camii ) verildi. On iki Havari Kilisesi ise yıktırılarak yerine Fatih Camii yaptırıldı.Yakın zamana kadar imparatorluk sarayı hakkında çok az şey biliniyordu fakat şimdi Büyük Saray Mozaik Müzesi dışında Four Seasons Oteli'nin arazisi içinde kalan mimari öğeler de görülebilmektedir. 6. yüzyıla ait Chronicon Paschale'nin Constantinopolis'in kuruluşuna dair ilginç bakış açısı eksiksiz okumayı hak eder;

  Constantinus... Bithynia'nın başkenti Nikomedia'da kaldığı sırada uzun süre Byzantion'a ziyaretler yaptı. Byzas'ın şehrinin ilk surunu yenileyip ciddi eklemeler yaptıktan sonra bunları şehrin antik surlarıyla birleştirdi ve adını Constantinopolis koydu. Ayrıca hipodromu da bitirerek tunçtan eserler ve her türlü harika şeylerle süsledi; içine imparatorlar için Roma'dakine benzer bir loca yerleştirdi. Aynı hipodromun yanında büyük bir saray ve buradan hipodromdaki locaya çıkan bir rampa inşa etti. Geniş ve çok güzel bir forum da yaptırdı ve ortasına hayranlık uyandıran Teb taşından büyük bir porfiri sütun diktirdi; üzerine Phrygia'dan getirttiği, başında ışınlar olan kendisine ait tunçtan bir heykel yerleştirdi. Aynı imparator Roma'dan gizlice Palladion'u getirtip inşa ettirdiği foruma, anıtındaki sütunun altına koydu. Eskiden beri anlatılan bu olayı duymuş olan Bizanslılar, kesinlikle bunun böyle olduğunu söyler. Kansız bir kurban gerçekleştirdikten sonra, kendisi tarafından yenilenen şehrin Fortuna'sını Anthousa olarak adlandırdı. Aynı imparator sarayın girişinden foruma kadar heykeller ve mermerlerle süslü iki güzel sütunlu galeri yaptırdı ve bunların bulunduğu alana Regia ismini verdi. Yakınına ayrıca apsisli bir bazilika inşa ettirdi, dışarısına büyük sütunlar diktirdi ve bunu senato olarak adlandırdı. Daha sonra Augusteion'a isim verdi, çünkü kendi anıtının karşısında bir porfiri sütun üzerine annesi Helena Augusta'nınkini yerleştirmişti. Aynı şekilde Zeuksippon denilen hamamı inşa etti ve sütunlar, çeşitli mermerler ve tunç eserlerle süsledi.



Bu geç tarihli kaynağın verdiği tüm detaylara temkinli yaklaşmalıyız ve yeni şehrin tasarımıyla bezenmesini bütünüyle Constantinus'a atfedemeyiz. Bununla birlikte kuruluşundan adanmasına kadar şehrin tüm yönleriyle yakından ilgilendiği açıktır ve kronikte tanımlanan yapılar şüphesiz Constantinus'un saltanatında mevcuttu.

Nikopolis: Zafer Şehri

Constantinus şehrinin yeri için Byzantion'u, Khrysopolis'teki savaş alanına yakınlığı yüzünden seçmişti. Şehre onun adı verildi, çünkü böylece en son ve muhteşem zaferi için kalıcı bir şahit olabilirdi. Dolayısıyla öncellerinin kurduğu ya da yeniden kurduğu diğer "zafer şehirlerine" (nikopoleis*) dahil oldu. Constantinopolis aynı zamanda bir imparatorluk ikameti oldu. Diocletianus tarafından yaptırılmış ve yirmi yıl önce Constantinus'un da kaldığı Nikomedia'dakilerden daha görkemli yapılara sahipti. Kendisi şimdi yeni şehrinin inşasına nezaret ederken orada oturmaktaydı. Galerius'un kurduğu Salonica'yı, ki Licinius oraya sürgüne gönderilmiş ve öldürülmüştü, rahatlıkla geçecekti. Constantinus'un ikamet edip hipodromlarıyla saraylarında oyunlara ve yönetime başkanlık ettiği Sirmium ve Sardica'dan, Trier ve Arles'ten daha muhteşem olacaktı. Constantinopolis sadece Roma ile kıyaslanabilirdi ve buna uygun olarak ona Yeni Roma olarak bakılıyordu.

Yeni şehrin yer seçimindeki neden eskisi gibi ticaret değildi. Burada M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren bir ticaret kolonisinin yükselişine hız kazandıran Karadeniz'in kuzeyindeki Yunan kolonileri, Constantinus'tan bir yüzyıl önce önemlerini yitirmişlerdi. Eğer Constantinopolis'in varlığı Karadeniz boyunca ticaret faaliyetlerini canlandıracaksa da bu ancak beş yüzyıl sonra gerçekleşecekti. O zamana gelindiğinde efsane, Constantinus'un bildiği fakat bizim Frank Calvert ve Heinrich Schliemann'ın Türkiye'deki modern Çanakkale'de yeniden keşfetmesine kadar bulamadığımız Troiya'yı düşündüğünü iddia ediyordu. Troia Roma'nın seçilmiş atasıydı ve kuruluşunun öyküsü Vergilius'un Aeneas'ı tarafından yeniden anlatılarak geleneğe yerleştirilmişti. Şehrin yükselişine şahit olan ve bu iki şehre, Eski ve Yeni Roma'ya ortak bir geçmiş çizmek isteyenlerin kaynağa dönmesi şaşılacak bir şey değildi. Ancak 324'te Constantinus'un aklındaki düşünce başkaydı.

Muzaffer imparator Roma dünyasını birleştirmişti ve tek hükümdar olarak yönetmekteydi. Şehri Avrupa ve Asya arasında bir köprü kuracaktı. Constantinus'un şehri Ren ve Fırat'a eşit uzaklıktaydı. Balkanları aşarak doğuya giden askeri yolun, Via Egnati'nın* sonunda yer alıyordu fakat bu türden stratejik düşünüş sadece Constantinus'a mahsus değildi. Şehrin konumu uzun zamandan beri ortada olan bir şeydi ve bu yüzden cezasını çekmişti. Byzantion'un surları ve içindekilerin büyük kısmı, sakinleri gaspçı Pescennius Niger'i destekledikleri için Ms 196'da Septimus Severus tarafından yerle bir edilmişti. Olaydan sadece altı veya yedi yıl sonra yazan Cassius Dio'ya göre şehir kuşatmaya üç yıl dayanmıştı. Ardından kara surları olmaksızın on yıllarca varlığını sürdürmüştü. 320'lere gelindiğinde surların büyük çoğunluğu yeniden inşa edilmiş, yeni bir hipodrom ve hamam kompleksi kazanmıştı. Geç tarihli söylenceler, bunları uzakta olan ve zaten eski şehrin geniş ölçüde tahribinden sorumlu olan Septimus Severus'a atfetmiştir. Ancak bu, şehrin surlarını 240'ta harabe halindeyken görmüş 3.yüzyıl yazarı Heradianus'un anlattıklarıyla çelişmektedir. Yakın tarihte en azından hipodromun 260 sonrasına ait olduğu ileri sürülmüştür. Dolayısıyla Septimus Severus'un şehri yeniden kuran kişi olması muhtemel değildir.En muhtemel adaylar yakındaki Nikomedia'da ikamet eden Diocletianus, Galerius ve Licinius'tur.

Via Egnati (zafer yolu)


Bu yüzden, Constantinus'un Byzantion'nu "zafer şehri" olarak seçmesi için en iyi sebep, göz önünde bulundurmamız gereken başka bir eğilimi sergiliyordu: Bir başka tetrark* orada daha önce bulunmuştu. Maxentius'un yenilgisinden sonra Roma'daki faaliyetleri düşünüldüğünde Licinius'un en muhtemel aday olduğu düşünülebilir. Constantinius gibi Licinius'un da Diocletianus'un Nikomedia'sında kalmamak için nedenleri vardı. Maximinus Daia ile karşılaşmak üzere 313'te Byzantion'a bir garnizon yerleştirmişti. Constantinus, Cibalae ve Arda Ovası'ndaki savaşlardan sonra 317'de Licinius'un Byzantion'a doğru kaçacağını düşünmüştü. Bunu takiben Licinius'un Avrupa'da sahip olduğu tek yer trakya iken, topraklarının en batısı kesimine sıklıkla seyahat ediyordu. Constantinus ona karşı 324'de harekete geçtiği zaman Licinius kendisini ilk önce hadrianopolis'teki meydan savaşında karşıladı fakat daha sonra Byzantion'daki pozisyonu sağlamlaştırmak üzere geri döndü. Dolayısıyla Licinius'un Byzantion'da uzun zaman geçirmiş ve bunun sonucunda şehri bir imparatorun varlığına uygun hale getirmek için çalışmış olması muhtemeldir. Fakat Constantinus şehre o kadar başarılı bir şekilde damgasını vurmuştu ki hiçbir kaynak Licinius'a değinmemektedir. Constantinus'un Byzantion'u kendisine mal etme ve yeni bir biçime sokma çabası Maxentius'un Roma'ya dair planlarını kökünden kaldırma girişiminden çok daha etkiliydi. Birincisinin aksine, ikinci büyük zaferi, mutlak bir zafer olmuştu.



*Via Egnati : M.Ö. 2. yüzyılda Roma Cumhuriyeti tarafından inşa edilen yoldur. Roma Cumhuriyeti'nin İlirya, Makedonya ve Trakya bölgelerinden geçer. Yolun geçtiği bölgeler günümüz dünyasında Arnavutluk, Makedonya Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye topraklarındadır. Dıraç'tan (Arnavutluk) başlayarak Selanik'e kadar uzanır. Yol Trakya Bölgesi'nden geçerek Byzantion'a ulaşır. Yaklaşık 1120 km uzunluğundadır. Diğer önemli Roma yolları gibi 6 metre genişliğindedir.

*Kutsal Bilgelik : Ayasofya adındaki "aya" sözcüğü "kutsal, aziz", “ sofya ” sözcüğü ise herhangi bir kimsenin adı olmayıp, Eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da "ilahi bilgelik” anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhebinde tanrının üç niteliğinden biri sayılır.

*Nikopoleis : Zafer şehri. Roma döneminde kazanılan zaferlerin ardından zafer alanlarında kurulan şehir.

*Tetrarşi : Roma İmparatorluğu'nda 3. yüzyıldan itibaren uygulanan yönetim sistemi. Latince tetra yani 4'ten gelir, imparatorluğun yönetiminin 4 kişinin elinde olmasını anlatır. Bu yönetim 2 augustus ve yardımcıları 2 ceasar şeklinde yapılanıp, imparatorluğu 2 parçalı şekilde yönetme biçimi olmuştur.
Venedik San Marco Meydanı'nda yer alan, İstanbul'dan götürülmüş olan 4 tetrark heykeli.
(Sağ alttaki beyaz kısım İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir)


Tetrarşi sınırları



**************************************************************************
Kaynakça;

1.Büyük Konstantin    Paul Stephenson         Çeviren:Gürkan Ergin


***************************************************************************

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder